Tomasello insanların ortaklıklar kurma becerilerini evrimsel antropoloji üzerinden inceleyen bir düşünür. Bu bakımdan da görüşüşler üzerinden kavramsal spekülasyon yapmaktan farklı olarak deney ve gözlemlerinin, çıkarımlarının dayağı olarak ortaya koyuyor. İnsan doğasının ne’liği sorunu düşünce tarihi boyunca üzerinde durulan bir meseledir. Bu bakımdan da Tomasello’nun katkıları insan doğasının tanınması açısından çok önemli bir yerde duruyor. Önemli, çünkü binlerce yıldır hakim anlayışların ne kadar mesnetsiz olduğunu da göstermiş oluyor. Özellikle de Platon’dan sonra düşünce tarihinde insan ile doğanın malzemesinin apayrı olduğu, dolayısıyla da doğa ile insan arasında bir karşıtlık kurularak her ikisinin de tanınmaya çalışıldığı ortadadır.
Darwin’le birlikte ise insanın doğadan hiç de ayrıksı bir varlık olmadığı, tam tersi, doğanın bir parçası olduğu anlaşılmıştı. O zamandan beridir de insan doğasını anlama çabası gelişerek sürüyor. Milyonlarca yıllık evrimsel süreç göz önüne alındığında, söz konusu organik oluşumun kendisini çok kolay açığa çıkarmasının zor olacağı kabul edilmeli. Kendisini katılaşmış yapılar olarak gösterse de esnek ve etkileşimli biyolojik ve kültürel evrimin hâlen sürüyor olması, mevcut yapılarının kavranması açısından da ipuçları verir. Marx’ın, “İnsanda maymunun anahtarı gizlidir.” ifadesini de bu dönüşümsel gelişimin ışığında anlamak gerekir.
Neden Ortaklıklar Kurarız?[1] başlıklı kitabında Tomasello, insanlarda ortaklaşmacılığın ve dayanışmacılığın kökenlerini soruşturuyor. Daha doğrusu, bu konuda yaptığı çalışmaları bir özet olarak sunuyor. Buradaki en önemli hareket noktası insan kültürünün eşsizliğinin getirdiği ve pekiştirdiği icatlar ve davranış yöntemleri. Pek çok hayvan türünde sosyal öğrenme mevcut olsa da hatta sosyal ortamda bulunmaktan çıkar sağlasa da hayvan bireyleri, kendilerine özgü iş görme şekilleri geliştiremezler. Tomasello’nun deneysel araştırmaları, çocukların ve şempanzelerın ortaklık kurmaları, (1) Özgecilik: Bir bireyin diğeri için fedakarlıkta bulunması; ve (2) İşbirliği: Birden fazla bireyin ortak bir çıkar uğruna birlikte çalışması olgularına dayanır (s.16). İnsan kültürü tam da bu noktada, insanın kendilerine özgü iş görme şekilleri geliştirebilmiş olduğu aşamada başlar. İnsan bu sayede yeryüzünün geniş coğrafyasına yayılabilmiş ve gittiği her yerde yerelliğin gerektirdiği zorluklarla baş edecek aletler üretebilmiş, inşalar yapabilmiştir. İnsan yeryüzünün zorlukları ile baş edebilmek için bu yapıt ve davranışlara zorunludur; zorunluluk icadın anası durumundadır. İnsan türü uygun aletleri ve davranımları geliştirmeseydi, yeryüzüne yayılamayacaktı.
İnsan Kültürünün İki Özelliği
İnsan kültürünün iki özelliği var oluş açısından benzersizdir. İlki birikimli kültürel evrim niteliğidir. İnsan yapıtları ve davranışları zaman içinde daha karmaşık hâle gelmektedir; toplulukta bir kişi, icat yaptığında bu icat çarçabuk şekilde ötekilere de bulaşmaktadır. Toplumdaki bireylerin çoğu bu aletleri, yapıtları yapmayı ve kullanmayı öğrenir hatta geliştirir; bir tohumdan ağaç çıkması ve dallanması gibi dallanır gider. Bu icat biraz daha geliştiğinde artık herkes yeni sürümü öğrenir. Tomasello bu gelişmiş sürümlerle ilerlemeye, “kültür çarkı” (s. 12) diyor. Ona göre kültür çarkı, tıpkı biyolojik gelişime benzer; nasıl ki uyum sağlamış olan genler, yeni kuşaklara miras bırakılıyorsa ataların ortak aklını temsil eden kültürel yapıt ve davranış yöntemleri de miras olarak aktarılır (s. 12).
Kültürün ikinci özelliği, sosyal kurumların yaratılmasıdır; sosyal kurumlar, ortaklaşa kararlaştırılmış normlar ve kurallarca yönetilen davranış yöntemlerinin bütününe dayanır. Örneğin her toplumda eş seçimi ve evlenme, o toplumun kendi kültürel kuralları çerçevesinde gerçekleşir. Bu kurallara uymayanlar çeşitli biçimlerde olumsuzlama yahut cezalandırma gibi yaptırımlarla karşılaşır. Sosyal kurumlar da birçok açıdan kültür çarkı gibidir; yeni kuralların, ödevlerin oluşması bu sayede mümkün olur.
Tomasello insan kültürünün (1) birikimli kültürel niteliği ve (2) sosyal kurumların yaratılması gibi benzersiz iki niteliğinin temelinde, insan türüne özgü bir ortaklık kurma becerisi ve güdüsü yattığını iddia ediyor. Peki bu kültürel yapıtları geliştiren ortaklıkları olanaklı kılan psikolojik süreçler neye dayanıyor? Tomasello bu süreçleri, “niyet paylaşımı”nın olanaklı kıldığını söylüyor. Niyet paylaşımı, ortaklık kurma uğraşında yükümlülükler oluşturabilme yeteneğidir (s. 13). Bu ortak niyet ve yükümlülükler, ortak dikkat ve bilgi gibi süreçler tarafından şekillendirilir. Bunların tümü de başkalarına yardım etmek amaçlıdır.
İnsanların ortaklaşmacı eğilimleri kültür çarkında önemli rol oynar. En temelde taklitle öğrenme yer alır; taklitle öğrenme özü itibariyle ortaklaşmacalıktan çok bir tarafın kaynağı sömürmesi anlamına da gelir öğretmenin, insan toplumsallığının temel bir özelliği olduğu göz önüne alınırsa, öğretenin bundan bir kaybı olmaz, aksine toplam toplumsallığın gelişimi sayesinde bir kazanım sağlamış olur. İnsanlar aktif olarak birbirlerine daima bir şeyler öğretirler; insanlar için öğretme, başkalarıyla yardımlaşma güdüsüne dayanan bir özgecilik biçimidir (s. 14). Öğrenmenin motivasyonu ise insanın kendi grubuna uyum gösterme eğilimine dayanır. İnsan taklit etme davranışı ile içinde bulunduğu grubun norm ve kurallarını öğrenir. Kimi zaman ortaklaşa alınmış kararlar kişilere hatırlatılır ve uyum çağrıları yapılır; direnenlere ise yaptırım uygulanır.
Ortaya çıkan sonuç şu, kültürler sadece fayda sağlamaya dayanmazlar, tam tersi ortaklaşmacı süreçlere dayanır. Homo sapiens, kültürel gruplar halinde hareket etmeye ve düşünmeye uyum sağlamış canlıdır. Onun en karmaşık icatları ve bilişsel yetileri, bir başına hareket eden insanların değil, etkileşim halinde olan insanların ürünüdür (s. 15). Halbuki ana akım iktisat kuramları, insanı ve onun kurduğu kültürleri fayda merkezli olarak eylemlerle üzerinden tanımlamaya çalışarak insanların ortaklaşmacılığa ve grup-düşüncesine dayanan gelişimi ihmal eder. İnsanlardaki grup-düşüncesi; işbirliği, dayanışma, iletişim, sosyal öğrenme ve diğer niyet paylaşımları gibi insan türüne özgü sosyal-bilişsel beceri ve güdülerin oluşturduğu özel bir tür kültürel zekanın yardımıyla gerçekleşir (s. 15). Bu özel becerilerin gelişimi, çok uzun mesafeli biyolojik ve kültürel ortak evrim sürecinde söz konusu olabilmiştir.
Özgecilik
İnsan türünün ortaklaşmacı hareket etmesi, daha önce de vurguladığımız gibi özgecilik ve işbirliği olguları üzerinden kavranır. Günümüz kapitalist toplumunda insanların günlük hayatı, bir savaş mantığına dayalı olarak sürdüğünden, “insanın özgeci bir varlık olduğu” görüşü ayakları yere basmayan, fazlaca iyimser bulunan bir düşünce. Tomasello, insanın tamamen özgeci bir varlık olduğunu söylemiyor. Ona göre bütün yaşayan organizmalarda bencil bir damar var; canlılar kendi yaşamlarına ve sağlıklarına dikkat etmek zorundadırlar. Eğer aksi olsa nesillerini sürdüremezlerdi ama onun görüşünün ilginç yanı insanların ortaklaşmacılık ve yardımlaşmacılık özelliği de bir bakıma, söz konusu bencil temele dayanıyor. İnsan kendi yararı için ortaklaşmacı ve yardımlaşmacı olmak zorundadır çünkü.
Özgecilik insanın bir özelliğidir ama tek özelliği değildir; farklı alanların her birinde bir miktar özgecidirler (s. 22). Tomasello, çalışma arkadaşı Warneken ile birlikte üç tip insan özgeciliği tespit etmiş: (1) Cömertlik, (2) yardımlaşma, (3) bilgilendirici olmak. İnsanlar yiyecek gibi mallarını ihtiyacı olanlarla paylaşarak cömertlik yapmaktadır, bir kişiye ulaşamadığı bir şeyi getirerek hizmet ederek yardımlaşmakta ve bilgi ve tutumlarını (dedikodu da buna dahil) paylaşarak bilgilendirici konumda bulunmaktadır. İktisadi mantıktan bakıldığında bunların mal, hizmet ve bilgi metalarına karşılık geldiğini de söylüyor.[2]
Çocuklar farklı alanlardaki özgecilikleri sosyal dünyadan almaktadır; bu durum da çocukların özgeciliği doğuştan getirmediği ve sadece çocukluklarında özgeci olmadıkları anlamına gelir. İnsanlar sosyal olarak özgeci olduklarından yeni kuşaklarına da bunları aktarmaktadır. Çocukların kültürel değerleri ve normları deneyimlemesi, içinde bulundukları toplumdan örnek alma, iletişim ve öğretme gibi yöntemlerle gerçekleşir. Kültürler genellikle, çeşitli normlar aracılığıyla yardımlaşmacılığı ve ortaklaşmacılığı teşvik eder: İyi bir çocuk ol, yardımsever ol, yalan söyleme, elindekini paylaş… Diğer taraftan sosyal normlara uyulmadığında çocuk çeşitli yaptırımlarla karşılaşabilir. O zaman da yargılandıklarını ve hedefe konulduklarını anlarlar. Böylece itibarını geliştirmeye dayanan bir kamusal benlik doğar.[3] Kamusal benliğin özgecilik yanlısı olduğunu belirlemek çok zor olmasa gerek. Türkiye’de mafyatik adamların bile toplumun zorda kaldığı afet, yıkım… zamanlarında “iyilik” yaparak kötü itibarını hafifletme çabası, kamusalın özgeciliği olumlaması üzerinden anlaşılabilir.
Tomasello, çocukların sosyal normlara duyduğu saygının, otoriteden çekinme yahut karşılıklılığa olan hassasiyetlerden dolayı olmadığını düşünüyor ve bu konuda Thomas Nagel’in Özgecilik adlı kitabında ele aldığı, sosyal ussallığa benzer, “o, benim” şeklinde adlandırdığımız tavra dayalı olduğunu düşüncesini sahipleniyor. Bu tavır, niyet paylaşımına dayanan ortaklaşmacı etkinliklerde daha net şekilde açığa çıkmaktadır. Araştırmalar göstermiştir ki küçük çocuklar bile bir tür niyet paylaşma duygusuna sahiptir. Yani onlar da bir “biz” niyetliliğini kabul ederek içinde bulundukları toplulukla bütünleşme duygusu yaşamaktadır.
Bu yazıda daha daha ziyade ortaklık kurmayı sağlayan özgecilik ve gelişimi üzerinde durduk, sonraki bölümde ortaklaşmacalığın gelişimine yer vereceğiz.
[1] Tomasello, M. (2019). Neden Ortaklıklar Kurarız?, Çev: Bahar Tunçgenç, İstanbul: Alfa Yayınları.
[2] Tomasello, bu insani özgecilik tiplerini, gerçekleştirdikleri deneylerin detaylarıyla birlikte kitabın Yardım Etmek İçin Doğmuş (ve Yetiştirilmiş) adlı 1. Bölümünde detaylıca ele alıyor. Burada bu detaylara girmiyorum.
[3] Sosyolog Ervin Goffman, itibar yönelimli etkileme girişimlerini “izlenim yönetimi” olarak adlandırmıştır. Bak. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Metis Yayınları.