arama

Yangın Nerede?

Nevra AKDEMİR
Özgürlüğü başkasının sağlığını da tehlikeye atarak kendi cebini doldurmak sanan, cinsel hakkını başkasının bedenine rıza aramaksızın dokunma hakkı olduğu iddia eden, gücü sorumluluğunu almaksızın hareket özgürlüğü ilan eden insanların cumhuriyeti dönüşüyor kentlerimiz.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Pandeminin küresel ölçekteki etkileri, işçilerin daha fazla yoksullaşması, kapitalistlerin ise birikim rejimini var olan çelişkilerin şiddetini artıracak şekilde dizayn etmesi ve zenginleşmesi ile yaşanıyor. Pek çok araştırma kadınların üstüne yıkılan ev içi sorumlulukların aydığı zamansal yük nedeniyle dolayı ya daha az uyuduğu ya da gelir getirici faaliyetlerinden vazgeçtiğini ortaya koyuyor. Ev içine sıkışan çalışma biçimleri haneler için daha pahalıya mal olan hayat şartları demek iken şirketler için şimdiden büyük maliyet düşüşlerini getirmiş durumda. Elbette küresel çapta etkiler olsa da kadınlar erkeklere göre nasıl ki farklı deneyimliyorsa bu süreci, sektörlere, mesleklere ve coğrafyalara göre de değişen durumlar söz konusu.

güzel kardeşim, sen değiştirmezsen kentimizi yangın yerine dönüştüren rejim dönüşmeyecek.

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’nun (ETUC) yaptığı araştırmaya göre, Avrupa Birliği (AB) nüfusunun yüzde 28’i bir haftalık tatili karşılayamayacak kadar yoksul olduğu ortaya konulmuş. Dahası aynı araştırmada 16 AB ülkesinde belirlenen asgari ücretler, 22 milyon çalışanın yoksulluk sınırının altında yaşamasına neden oluyormuş. ETUC’un araştırmasında, yoksulluk riski altında yaşayanların oranının en yüksek olduğu ülkeler yüzde 88,9 ile Yunanistan, yüzde 86,8 ile Romanya, yüzde 84,7 ile Hırvatistan, yüzde 79,2 ile Kıbrıs Cumhuriyeti şeklinde sıralanmış. Ancak, bu ülkelerle sınırlı kaldığı sanılmasın. Türkiye’deki geniş intibaının aksine, araştırma 7 milyon İtalyan, 4,7 milyon İspanyol, 4,3 milyon Alman ve 3,6 milyon Fransız işçinin de bir haftalık tatili karşılayabilecek maddi duruma sahip olmadığı aktarılmış.

Tatil Türkiyeli insanlar için bütün sene borçlanma karşılığında satın alınan bir kendini yenileme hakkı. Hem ulaşım hem de kalış bedellerinin muazzam yüksek fiyatlarına rağmen, karşılanabiliyor yani. Türkiye’de nüfusun ne kadarının tatil yaptığı konusunda güncel veriler yayınlanmıyor. 2017 yılında henüz ekonomik krizin bu derece ortaya çıkmadığı zamanda yapılan araştırmaya göre bir haftalık tatil yapma imkânı bulamayan kişiler nüfusun yüzde 60,8’ini oluşturmuş. Tatil yaptığı varsayılanların da akraba ziyareti, bahçe bakımı gibi “memleket” ziyaretleri kastettiğini söylemek önemli. Zira “coğrafya” önemli.

Pandeminin bu olanakları iyice daralttığı konusunda DİSK-AR’ın yaptığı “Dünyada ve Türkiye’de COVİD-19’un Sosyal ve Ekonomik Etkileri için Ayrılan Kaynaklar” araştırmasındaki şu veriler önemli: Türkiye, Covid-19 ile mücadele kapsamında ek harcama ve dolaylı gelir desteği olarak GSYH’nin sadece  yüzde 2,7’si kadar nakit destek ayırmış. Bu oran ABD’de yüzde 25,4, Yunanistan’da 21,1 ve Yeni Zelanda’da 19,3 olmuş. Zengin ülkeler kategorisinde yer alanlar ise milli gelirlerinin yüzde 17,3’ü kadar ek harcama ve dolaylı gelir desteği ayırırken yoksul ülkelerin sadece yüzde 2’si kadar kaynak ayırabildiği ortaya konmuş.

Türkiye’deki yıllık yüzde 18,95 olan oran ile Almanya’daki yüzde 3,8’lik enflasyonu karşılaştırmak pek mantıklı değil.

İşsizliğin de çalışan kişi sayısının da azaldığını daha önceki pek çok TÜİK çalışma yaşamı raporunda görmüştük. Çaresiz ve umutsuz olan ve çalışmaktan tamamen çekilenlerin sayısı artık istatistiklerde büyük yer kaplıyor. Korkunç ekonomik bunalımın işareti olan Tüketici fiyat endeksine göre neredeyse enflasyon yıllık yüzde 20’ye dayanmış durumda aylık olarak da neredeyse yüzde 2’lik bir fiyat artışı var. Almanya’da yıllık enflasyon yükselerek son 10 yılın

en yüksek seviyesi olan yüzde 3,8 dayanmış. Her yerde yoksullaşma söz konusu iken, Türkiye’deki yıllık yüzde 18,95 olan oran ile Almanya’daki yüzde 3,8’lik enflasyonu karşılaştırmak pek mantıklı değil. Zira Türkiye’nin yapısal enflasyonu ile Almanya’nın enerji maliyetleri kaynaklı enflasyonunu birlikte değerlendirmek yerine sonuçlarına odaklanmak istiyorum. Zira yükselen yaşam maliyetlerinin yarattığı kayıplar ve öfke, her toplumun ötekisine yöneldiği sürece, bu kayıpların asli sorumluları güç kazanmaya devam ediyor.

Kadın cinayetlerinde öldürülen kadını suçlayan eril dil gibi; yoksullaşma karşısında mültecileri, göçmenleri suçlayan ırkçılık sayesinde bu sistemin iktidarlarına yönelmiyor yaşadığımız sıkıntıların yıkıcı öfkesi. Bu nedenle öfke, kullanışlı hale dönüşüyor; öfkeliler topluluğu isyankâr gibi görünen ama kutsal devlet ve sermayeye biatı elden bırakmadan, birbirini yutuyor. Özgürlüğü başkasının sağlığını da tehlikeye atarak kendi cebini doldurmak sanan, cinsel hakkını başkasının bedenine rıza aramaksızın dokunma hakkı olduğu iddia eden, gücü sorumluluğunu almaksızın hareket özgürlüğü ilan eden insanların cumhuriyeti dönüşüyor kentlerimiz; sonucunu yangın, tecavüz, katliam, bitmeyen salgın ve ırkçı şiddet olarak buluyoruz.

İktidarlar insan eliyle yaratılır ama insan eliyle de değiştirilir, güzel kardeşim, sen değiştirmezsen kentimizi yangın yerine dönüştüren rejim dönüşmeyecek. Umut hala öfkeyi politik olarak örgütlemeyi başarmakta görünüyor.