Tomasello sosyal ilişkilerin, bilişin ve insana özgü becerilerin gelişimi üzerine araştırmalarıyla tanınan, ortaya koyduğu bilgilerle insan doğasının ne’liği konusunu, özgürleşimci politik tasarımlara ön açar biçimde ele alan bir gelişim psikologu. Tomasello’nun “Neden ortaklıklar kurarız?”[1] sorusunun yanıtlarına odaklı olarak ilerlemeye devam ediyoruz bu yazıda. Onun en temel görüşü, insan iletişiminin işbirliğine dayalı olarak geliştiği iddiası. İnsan İletişiminin Kökenleri kitabında şöyle diyor:
“…çoğu primat sosyal gruplar halinde yaşar ve grup faaliyetlerine katılırken insanlar üyelerinin ortak amaçlar ve işbölümü içeren bütün katılımcıların katkıda bulunduğu ve sonunda hak eden bütün katılımcıların yağmadan pay aldığı, işbirliğine dayalı çok çeşitli faaliyetlere katılacakları beklentisi üzerine temellenmiş kültürler halinde yaşarlar.”[2]
İnsanın evrimsel sürecinin bir aşamasında insanlar gündelik faaliyetlerinde işbirliği yapmaya başladılar, bu da onları bilgi ve niyet paylaşımı yapmaya götürdü. Grupsal işbirliği, rastlantısal bir girişim olarak ortaya çıkmış bir bütünleşme değildi; amaçlı organizasyondu. Bu işbirlikleri çeşitli sosyal kurumların ve normların oluşumunu da sağladı. Tomasello bu savlarını primatlar ve çocuklarla deneyler yaparak elde ettiği bulgulardan yola çıkarak ortaya koyarak kavramsal bir felsefe yapan filozoftan ziyade sahadaki bir bilimci olduğunu göstermiş olur.
Önceki yazıda[3] insanın ortaklıklar kurması için gereken temel insani niteliklerden birinin özgecilik olduğunu ortaya koymuştuk. Özgecilik, ortaklaşmacı etkinlikler için elbette çok önemli ancak ortaklaşmacılığı sağlayan kurumları ve becerileri sadece özgeciliğe dayandırarak açıklamak yeterli olmaz. Özgecilik oyunculardan sadece biri olsa da asıl paye birlikte yararlılık sağlayan iki taraflılığın. Hep beraber hareket edildiğinde herkesin yararına olan ortaklaşmacılık, insan toplumsallığının asli niteliğidir ve birçok sosyal yetinin gelişiminin de kökeninde yer alır. Bu yazıda ağırlıklı olarak sosyal iletişim kaynaklı olarak sosyal kurumlara dayalı ortaklaşmacılığın gelişimine yer vererek bu konuyu açmaya çalışacağız.
İki taraflı emek süreçlerinde gösterilen bir fedakârlık sonuçta iki tarafa da yarar sağlar; hedefler ortak olduğunda hedefe birlikte ulaşmak iki tarafın da işini görmüş olur. Bundan dolayı özgeciliğin kökeni de iki taraflılık olabilir. Yani özgecilik “başkası için” salt kendinden verme edimi değildir, “kendisi için” de başkasına bir şeyler verme edimidir bu durumda. Günümüzde sıkça karşımıza çıkan terimlerle söylersek bir “kazan-kazan” durumunun söz konusu olduğu söylenebilir. Tek başına yapılması güç olan işler, birlikte yapılarak her katılımcı için yarar sağlamış oluyor. İslam’ın kurban kesme ritüelini düşünelim. Bir dana kesmeye tek bir kişinin ekonomik gücü yetmiyor, yedi kişi bir ortaklık kurarak bir danayı kesiyor ve görev yerine getirilmiş oluyor; her bir katılımcı üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirerek yarar sağlamış oluyor. Ortaklaşmacı davranışı sağlayan koşullara bakarsak, asgari düzeyde iletişim beceresi ve toplumsal yaşamda yeterli güven duygusunu yaratmış olma söz konusudur.
İşbirliğinin Yeter Koşulu
İnsanların işbirliği yapabilmeleri için temelde üç süreçten geçmeleri gerekir. Birincisi niyet paylaşımı için gereken beceri ve motivasyonlara sahip olmaktır ki bu aynı zamanda en önemlisidir. İnsanların işbirliği yönelimini sağlamak için tarafların her birinin niyetini anlaşılır şekilde yansıtması gerekir ki güven ve itimat oluşabilsin. İşbirliği içinde olmak karşı tarafın niyetliliğine duyarlı olmak anlamına gelir çünkü. İşbirliği sürecinin gerektirdiği eşgüdüm ve iletişim içinde olabilmek için insanların bir dizi sosyal-bilişsel becerilerin ve motivasyonların evrimleşmesi gerekmiştir. Sadece niyet ve istek bir işbirliğinin yürümesi için yetmez; insanların ortak bir amaç etrafında bir araya gelmesi, zorunlu olarak bir eşgüdüm sorunu da ortaya çıkarır (s.59). İkinci olarak karmaşık işbirliği etkinliklerinin gelişebilmesi, yeterli hoşgörü ve güvenle yaklaşmayı gerektirir. Ki az önce belirttiğimiz gibi bu daha baştan, taraflarca kabul edilmelidir. Üçüncü olarak da grup seviyesinde sosyal normlara ve kurumsal görevlere dair uygulamaların gelişmesi önkoşul olarak gereklidir (s.55). Şimdi dört kişinin ormanda bir avlamak istediğini düşünelim, tek başına hiçbiri, hedef olan geyiği yakalayamayacaktır ancak her biri geyiğin etrafını çevreleyip onu sıkıştırarak yakalayabilir. Bu süreçte yakalama amacıyla birbirlerine yönergeler vererek, işaretler yaparak iletişimde bulunmaları gerekecektir. Burada iletişimin, zorunlu bir ihtiyacı karşılamak amaçlı olarak icat olduğunu görelim. Bu dört kişi aynı zamanda, geyiği yakaladıktan sonra kendisine pay verileceği güvenini taşımalıdır ki yakalama girişimine ortaklık etsin. Kendine pay verileceği güveni olduğu gibi, diğerlerinin de kendisi gibi beklenti içinde olduğunu kabulleniyor olması gerekir.
“Karşılıklı fayda sağladığımız bir işbirliği etkinliğine giriştiğimizde ben fiziksel olarak yardım ederek veya sizi faydalı bir şey hakkında bilgilendirerek rolünüzü oynamanıza yardım ettiğimde aslında kendime yardım etmiş oluyorum, çünkü sizin rolünüzün başarıyla oynanması bizim bir bütün olarak başarımız için kritik değerde.” (s. 75)
Gerçek anlamda işbirliği içeren etkinlikler, ortak hedefi kavramayı gerektirmenin yanı sıra iştirakçilerin birbirinin rollerini de anlamasını gerektirir. Gündelik hayatın kotarılması, bu anlamda sürekli bir işbirliği içinde olmak anlamına gelir. İnsanları gözlediğimiz zaman işbirliği etkinliklerinin yapısının, ortak dikkatin ve bireysel bakışın eşgüdümlü olmasını gerektiren roller ve ortak hedeflerden oluştuğu görülür (s. 68). Şuna dikkat çekmek gerekiyor burada, insan ortaklaşmacılığının evriminde pek çok aşama insanların gündelik tedariklerini elde ederken yapıp ettiklerine ve birbirleriyle nasıl baş ettiklerine dayanır. Yani geçim ilişkileriyle doğrudan ilişkilidir. İnsan için işbirliği keyfi bir girişim değil, içinde bulunulan doğayla mücadele ederken kendi türündeki varlıklarla mecburi bir eylem olarak ortaya çıkar. Bu eylem de elbette uzlaşımsal olduğu kadar didişmeyi içerecektir. Hem uzlaşımı hem didişmeyi neredeyse bütün kültürlerde gözlemek mümkün. İnsanların da gündelik hayat gözlemlerine dayanarak daha çok bu didişmeler dikkatini çektiği için insanın “ne olduğu”na dair kanaatler onun “bencil” olduğu düşüncesini yaygınlaştırıyor. Elbette çoğu zaman elde edilen ürünün paylaşımının eşitlikçi olmama olasılığı her zaman yüksektir. Dahası ortakların bir kısmı, bazı ayrıcalık talebi ortaya koyma riski söz konusudur. Yine de temelde, ortaklaşmacı davranmak insan için zorunludur. Savaş, yoksulluk, küresel ısınma, dünyanın kirletilmesi gibi günümüz sorunlarının çözümü için de insansal işbirliği zorunludur. Bu yüzden insanın işbirliği etkinliklerinde hoşgörü ve güvenin ayrı bir önemi vardır; hoşgörü ve güven ortamı bulmuş olmasalar, işbirliği geliştiremezlerdi.
İnsan topluluklarında işbirliğinin gelişimi için sosyal normların da devreye girmesi gerekir. İnsanlarda iki tip normun işlediği görülmüştür: Ahlaki normları da içeren ortaklaşmacılık normları ve yapısal kuralları içeren uyum normları (s. 77). Günlük hayatın işleyişinde rastgeleliğe dayalı karşılaşmalarda beklentilerin gerçekleşmesine yönelik olarak ortaklaşmacı normların ortaya çıktığı görülür; bunun temelinde eşitlikçiliğe dayalı, karşı tarafın kendi gibi olduğunun bilincinin işlemesi söz konusu olmalı. Bu yönelimin rasyonel bir tarafı vardır: Ortak hedefe ulaşmak için ikimizin de birbirine gereksinimi var, dahası bundan sonra da bu gereksinim ortaya çıkacak, biz birbirimize bağımlıyız. Ortaya çıkacak bir haksızlık durumu, sosyal bir itibar kaybı yaratacağı için gelecekteki zorunlu olacak işbirliği için gereken insan bulunamayacaktır. Çünkü sosyal güven kaybının telafisi pek de kolay olmaz, bir dayatma gücü vardır burada normların.
Ortaklaşmacılık normları yanında, uyum normları da insan davranışlarını yönetir. Gruptaki tüm bireylerin bir noktada benzer davranması önemli olduğundan, uyum gösterme baskısı ortaya çıkmıştır. Grubu oluşturan bir “biz” algısı, bireyleri, “diğerleri gibi olma”ya çağırır: “Eğer biz, bir olacaksak ve diğer gruplarla mücadele edeceksek yaptığımız işleri uyumlu şekilde yapmalıyız.” Bu anlayış günümüz politik ideolojik söylemlerinde bile sıkça karşımıza çıkar: “Hepimiz aynı gemideyiz!” Tomasello, uyum normlarının temelini evrimsel dayanaklarda buluyor. Ona göre, taklit etme ve uyum gösterme, insanların yeni evrimsel yönlere açılmalarını sağlayan asli süreçler olarak okunabilir (s. 80). Bunu biraz açalım: Uyum gösterme grup içi homojenliği yüksek düzeyde tuttuğu gibi, gruplar arasındaki heterojenliği de yüksek tutacaktır. Yani her grup kendi içinde benzeşse de diğer gruplardan daha çok farklılaşacaktır. Bu durum biyolojik evrime göre çok daha hızlı bir dönüşüm imkanı içerir çünkü birbirinden farklı olan gruplar birbiriyle rekabetleri dolayısıyla daha etkin olurlar. Tomasello, bu noktada uyum göstermeyle rekabet arasında bir ilişki kurarak “toplam” gelişimin daha çok olduğu sonucuna varmış oldu, bu tartışılabilir bir yorum. Etkin sosyal grupların daha çok gelişmesi söz konusudur ancak bunun rekabet kaynaklı olduğunu belirlemek o kadar kolay değil.
Şu net olarak söylenebilir ki homo sapiens, bugünkü sahip olduğu yaşam koşullarını, duygusal ve bilişsel donanımlarının ötesinde işbirliği etkinlikleriyle gerçekleştirmiştir. Bütün katılımcıların başarıya ulaşmak için birbirlerine bağımlı olduklarının karşılıklı olarak bilincinde oldukları türden bir işbirliğidir bu. İnsanlar (i) eşgüdüm ve iletişim içinde, (ii) birbirlerine karşı hoşgörülü ve güven içinde (iii) çeşitli normlar ve kurumlar oluşturmuşlardır. Kültürlerin yaratılması da bu ortaklaşmacı etkinliklere dayanır; bu etkinlikler aynı zamanda özgeciliğin ve iletişim biçimlerinin doğum yeridir (s. 83). Burada söylenen, insanların “ortaklaşmacı melekler olduğu” değildir; insanlar kötülükler için de kafa kafaya verirler ama bu kötücül işler “grubun” içinden olanlara pek yapılmaz. Hatta işbirliği yöneliminin gerekçesi çoğunlukla bir “düşman” belirlemesi olmaktadır; bu durum günümüz insanlığı için de geçerlidir. Politik iktidarlar çoğunlukla, iktidarda kalmanın ve rahat yönetmenin bir formülü olarak “düşman” belirlemeyi kullanırlar.
[1] Tomasello, M. (2019). Neden Ortaklıklar Kurarız?, Çev: Bahar Tunçgenç, İstanbul: Alfa Yayınları. Yazı boyunca belirtilen sayfa numaraları bu baskıya aittir.
[2] Tomasello, M. (2019). İnsan İletişiminin Kökenleri (2. Basım), Çev: Gürol Koca, İstanbul: Metis Yayınları, s. 149.
[3] https://sanatvetoplum.org/index.php/2021/08/07/neden-ortakliklar-kurariz-i/