arama

Hangi “Özgürlükler” ?

Nevra AKDEMİR
İşsizlik, pandemi öncesine göre güvencesizleşen koşullar ve gelir kaybıyla çalışma (eksik istihdam) ve küçük üreticilerin artan iflasları ile karşılaşıyoruz. Dahası bu koşullar sektörlere, ülke ve bölgelere, toplumsal cinsiyete, vasfa, mesleklere, kişisel birikime, göçmenliğe, yaşa ve daha birçok niteliğe göre ağırlaşıyor.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

Uluslararası Emek Örgütü olan ILO, pandeminin başından bu yana, sendikalar ve sermaye örgütleri gibi emekçilerin çalışma koşullarındaki dönüşümleri takip ediyor ve raporlar oluşturuyor. Bu yazıda ILO raporlarından bazı saptamaları aktararak şu an “aşı olmama özgürlüğünü” savunanların, “özgürlük” anlayışını ortaya sermeye çalışacağım. Ne alakası var diyenlere, felaket kapitalizmi dönemine girdiğimizi müjdeleyen yazılara göz atmalarını öneririm: Zira salgın gibi olağanüstü hal kabul edilen felaketlerin egemenlerin, yani sermayedarların ve siyasal gücü elinde tutanların, örtük veya doğrudan beslediği kaygı ve hedef saptırdıkları öfkeyi, “adalet”, “özgürlük” ve “demokrasi” kavramlarını kamu yararı ve etik bağlamlarından koparmaları ile nasıl da güçlerine güç kattıklarını ve suçlarından kolayca arınmalarına; hatta kendisini destekleyenleri suçlarına ortak etmelerine yaradığını göstermek istiyorum.

Krizin etkisiyle zaten cinsiyetli ve ırkçı olarak kurulan çalışma süreçlerindeki rekabet emekçiler aleyhine artmış, çalışanların yoksulluğundan daha çok bahsedilir olmuş rapora göre.

ILO pandemi döneminde olan bitenleri şöyle özetliyor: İşsizlik, pandemi öncesine göre güvencesizleşen koşullar ve gelir kaybıyla çalışma (eksik istihdam) ve küçük üreticilerin artan iflasları ile karşılaşıyoruz. Dahası bu koşullar sektörlere, ülke ve bölgelere, toplumsal cinsiyete, vasfa, mesleklere, kişisel birikime, göçmenliğe, yaşa ve daha birçok niteliğe göre ağırlaşıyor. Yoksulluk denilen döngüsel, içinden çıkılmaz zincirlerin daha da insanları sıkıştırdığını gösteriyor bu veriler. Üstüne, bağlı olarak da gelişen sosyal adaletsizlikler ve hayatımızı cehenneme çeviren birbirimize duyduğumuz öfkeler de cabası.

ILO’ya göre, “Kriz, özellikle kayıt dışı ekonomideki ve güvencesiz çalışma biçimlerindeki bireyler olmak üzere, en dezavantajlı ve kırılgan kesimleri orantısız biçimde etkilemiş”; kimler derseniz, raporda şöyle sıralanıyor: düşük vasıflı işlerde çalışanlar; göçmenler ve etnik ve ırksal, [inançsal] azınlıklara mensup olanlar; yaşlılar ve engelliler; HIV/AIDS [ya da sürekli bakım gerektiren, nadir hastalıklarla] ile yaşayanlar. Krizin etkisiyle zaten cinsiyetli ve ırkçı olarak kurulan çalışma süreçlerindeki rekabet emekçiler aleyhine artmış, çalışanların yoksulluğundan daha çok bahsedilir olmuş rapora göre. Hatta pek çok başka araştırma günlük yaşayanların temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir gelirsizlikle baş başa kaldıklarını da aktarıyor ve adına derin yoksulluk diyor bunun. Bu sürecin sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin kapsamını genişletmesi ve derinleştirmesini de gözlemliyoruz.

ILO raporu, kadınlara da özel vurgu yapıyor. Zira kadınların yüksek oranlarda çalıştıkları sektörlerin pandemiden en fazla etkilenen sektörler olduğunu burada hatırlamamız yerinde olacaktır. Tarım, bakım ve hizmetler ilk aklımıza gelenler elbette. Kadınların orantısız iş ve gelir kaybı yaşaması ve ev içi şiddetin de daha fazla muhatabı olmalarının arasındaki bağ da ön görülebilir bir bilgi hepimiz açısından. Kadınların kapanma dönemlerinde, evlerde eğitim verilmesi, bakım hizmetlerinin durdurulması, ev işlerinin eşitsiz bölüşümü ve pek çok nedenle korkunç bir zamansızlık içine sıkışmış olduğu da bu denkleme ekleyelim.

Sermaye evden çalışma, esnek zamanlı/mekanlı çalışma sistemleri ve gündelik hayatımızın yeni dijital olanakları sayesinde, dünyanın eşitsiz gelişen coğrafyalarına uygun bir birikim rejimini önümüze koydu.

Evdeki eğitimin de olanaklara bağlı olduğunu hatırlatmak istiyorum. Kriz, sadece çocukların değil, gençlerin eğitimini, öğretimini ve istihdamını derinden sekteye uğratmış, iş bulmalarını, eğitim ve öğretimden işe başarılı bir şekilde geçiş yapmalarını, eğitime devam etmelerini veya bir iş kurmalarını daha da zorlaştırmış olduğunu rapor gösteriyor. ILO’nun raporu, 2020’de toplam çalışma saatlerinin yüzde 8,8’inin kaybedildiğine ve 108 milyon işçinin işsiz kaldığına işaret ederken, bu kaybı ileride telafi edecek bir yeni iş yaratma kapasitesinden de uzak olduğunu söylüyor ekonomilerin. Yani gençlerin, ilk kez iş hayatında yolunu arayacakların şansı da, bu süreçte işsiz kalanların şansı da azalmış durumda.

Sermaye evden çalışma, esnek zamanlı/mekanlı çalışma sistemleri ve gündelik hayatımızın yeni dijital olanakları sayesinde, dünyanın eşitsiz gelişen coğrafyalarına uygun bir birikim rejimini önümüze koydu. Evden çalışma ve benzeri çalışma biçimleri, hem sosyal güvence anlamında boşluklar içermesi hem de sabit maliyetlerin belirli oranlarda düşmesini mümkün kıldığı için sermayedarların ölçeğe ve içinde oldukları sektörlere göre kendilerini yapılandırdıkları sistem artık. Bu sistem aslında hibrit olarak kabul edilebilecek, yüksek ve düşük teknolojik düzeylerdeki çalışma sistemlerini bir arada en iyi yürütecekleri rejim de olabilir. Bu gelişmelerin dinamosu pandemi olsa da işe girip gelmenin yorgunluğu/pahalılığı ve gündelik hayatın kadınlar üzerinden yürütülmesini sağlayan ev içi “görevler” bu sistemi işçilerin/çalışanların da talep etmesinin nedeni. Pandemi öncesinde de aynı nedenlerle kadınların oransal olarak tele çalışma, ev eksenli çalışma, uzaktan çalışma gibi biçimlerde daha çok çalıştığı bir istihdam biçimi bu; partime çalışmada olduğu gibi.

Bu durum benim kulağımda şöyle yankılanıyor: daha fazla kayıp yaşadığımız bir süreçte kendimizi daha da savunmasız, çaresiz ve yalnız hissedeceğiz. Hukukun yazılı kuralların kim olduğunuza göre işletildiği bir sisteme dönüştüğü, dayanışmanın ve müşterek bir hayatın altının oyulduğunu gözlemledikçe, daha kolay olacak yönetilmemiz, iktidarların bir meşruiyet kaygısı bile olmayacak. Bu yüzden, özgürlüğün sorumlulukla beraber örgütlenmesi gerekir. Demokrasinin tarihten bağını, adaletin etik ve toplumsal olanı gözetmesi olmaksızın bu kavramlar; endişeleriniz, komplocu saçmalıklar ve yanlış hedefe odaklanan öfke ile ağacı içten kemiren kurda dönüştürür sokaktaki grupları.

Bizim hepimizin içinde bir şekilde canının yandığı cehennemimizi yıkmaya, yaşanabilir bir müşterek dünyayı oluşturmaya bugün ihtiyacımız, tam da bu yüzden var.