arama

Niarcos Olmak ya da Fısıltılar

Ahmet Bülent ERİŞTİ
Felsefecinin soyut hallerle hemhal oluşuna hiç şaşırmayız ama felsefe tarihinden kıt kanaat öğrendiğimiz bir olay var ki bu, Zenon'u çok daha ilginç kılar
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Ahmet Bülent Erişti Ahmet Bülent Erişti
  • 1 Star
    Loading...

Eliaslı Zenon ( İ.Ö. 490-430) felsefe tarihinin renkli adlarından biridir. Hocası Parmenides’in ilk olarak ortaya sürdüğü, “varlığın tekliği ya da yeryüzündeki her şeyin bir bütünlük taşıdığı” iddiasını doğrulamak için çeşitli paradokslar geliştirir. Kaplumbağa yavaş hareket etse de ondan sonra koşuya başlayan bir koşucunun kaplumbağaya yetişmesi olanaksızdır, dediği “kaplumbağa paradoksu”, sabit duran birisine belli bir uzaklıktan atılan ok, o kişiyi vuramaz, dediği “ok paradoksu” onu ilginç kılan özelliklerindendir.

Felsefecinin soyut hallerle hemhal oluşuna hiç şaşırmayız ama felsefe tarihinden kıt kanaat öğrendiğimiz -belki benim kıt kanaat öğrendiğim- bir olay var ki bu, Zenon’u çok daha ilginç kılar: Zenon, zamanının tiranı Niarcos’un tahtının devrilmesiyle ilgili bir olaya karıştığı şüphesiyle Niarcos’un huzuruna çıkarıldıktan sonra da işkenceye çekilir. Konuya uygun olarak biraz felsefenin ve epeyce de tarihin bize öğrettiği bir şey vardır bize: İşkence, çoğunlukla hâkim olanın hâkimiyetini muhkem kılma çabasının aracıdır. Montaigne o çok meşhur Denemeler’inin “Vahşet” adlı denemesinde işkencenin amacının, “halkı düzen içinde tutmak” olduğunu söyler. İşkence demek ki “itaat et(tir)me”nin önemli bir enstrümanıdır.

 

Tam burada, Montaigne’e o sözleri söylemesi için örnek teşkil eden bir olayın nesnesi durumundaki felsefeci Zenon ile karşılaşırız. Tiran Niarcos kendisini yıkmaya yönelik tertibin içinde olduğunu düşündüğü Zenon’a işkence yaptırır. İşin içinde olduğunu tespit etmişse salt buna duyulan kine bağlı bir işkence yapılabilir; bununla da karşılaşırız ama yukarıda andığım “itaat ettirme”nin aracı olarak işkencenin iki işlevi var: İlki işkence görenin işkence gördüğünü ilan eder -aklıma birden Fetöcülerin 16 Temmuz’dan hemen sonra henüz mahkemeye çıkmadan önce dağılmış yüzleri geldi, nedense- ve böylece halkı “tebaa” düzleminde eşitlemeye yönelirsiniz. İkinci bir nokta var ki daha tekil ama egemen tarihin koridorlarından çıkabilirseniz daha yakıcı bir gerçeklikle; işkenceyi sokakta izleyip de “ders çıkaran” yurttaştan daha sert bir düşünme deneyimine çıkarız: itiraf müessesi. Polisiye dünyanın diliyle söyleyeyim: “konuşturmak” ya da daha kabasıyla “öttürmek”.

Tiran Niarcos, Zenon’dan isim istemektedir. Komplonun içindekileri tespit etmek ve böylece potansiyel komploları berhava etmek… Bütün tiranların ortak derdi gibi geliyor bana bu yöntem ve anlayış. Dövdükçe dövülmekten, yaktıkça yakılmaktan, ezdikçe ezilmekten korkmanın imgesi güçleniyor çünkü. -gerçi Michel Foucault muktedirin işkencesinin de iki zıt yönü olduğunu söyler: Korkmaya hazır masumlar için itaat oluşurken dirençleri olanlara direnç aşılar işkence, der Foucault.
Filozof Zenon işkenceye karşı direnmiştir ama bununla kalmaz. Niarcos’a seslenir ve yakınına gelirse kendisine isimler vereceğini söyler. Niarcos yaklaşır ve olanlar olur. Zenon tiranın kulağını ısırıp koparır. Bundan sonrasını ayrıntılı bilmesek de tahmin edebiliriz. Tam bu noktada sözü Umberto Eco’ya bırakıyorum. Eco, Ortaçağı Düşlemek kitabında “olanıklılık” kavramından söz ederken olanaklılığın ne olduğunu geniş bir çerçeveden örneklemek amacıyla bu konuya gelir ve meselenin tarihsel yönünü tümüyle felsefi ve ahlaki bir çizgiye taşır:

“Zenon’un işkence altında, diyelim, her biri 1/2 değerinde iki seçeneği vardı: yaşamak ya da ölmek. Yaşama olanakları, “itiraf” değişkenini işin içine karıştırırsak gerçekten büyüktü. Diogenes Laertius- laertius , Eski Yunan felsefecileriyle ilgili 10 ciltlik biyografisiyle tanınan bir yazardır (a.b.e)- Zenon’un ölümüyle ilgili iki değişke olduğunu söylüyor: Bunların birine göre Zenon, zorbaya kulağını ağzına yaklaştırmasını çünkü itiraf etmek istediğini söyler, sonra da dişleriyle onun kulağını koparır. Öfkeye kapılan zorba kılıcını ona saplar. Böylece işkenceyi de (itirafçı adına) itiraf riskini de ortadan kaldırır. İkinci değişkeye göre ise Zenon, zorbaya kendi suç ortaklarının adlarını itiraf ediyormuş gibi yapıp zorbanın tüm arkadaşlarının adını verir. Gene ölür ama zorbayı bunalıma sokar çünkü onun kuşkuculuk duygusuyla oynar, kendisine yardım edeceklerin tümünden ayrılmaya zorlar…”

Eco, Laertus’a dayanarak iki değişke olduğunu söylese de bence birinci değişke öylece orada dursun ama ikinci değişke kendi içinde varyasyona uygundur. Zenon Niarcos’un kulağına hem gerçek hem de yalan itiraf karışımı bir söz de söyleyebilirdi ama Zenon’un işkence görmek karşısında duruşuna dair başka bir çizgi oluştururdu. Zaten konumuz da o değil.

Konuya dönersek şurası çok önemli gibi geliyor bana: Hükümranın gücü ile kuşkusu çift başlı yılan gibi onunla yaşıyor. Bu bağlamda “kuşku” hükümranı ayakta tutmanın aracıyken onun yıkılmasına giden bir kapıyı da açabilir.