Aynı gemideymişiz, bilmiyordum. Halbuki bundan birkaç sene önce vatan haini ve “terörö” olarak KHK listelerinde adım yazılarak, o gemide olmadığım ilan edilmişti. Aynı gemide olduklarını öğrendiklerine en az maaş bordrosu ile faturalarını karşılaştırdığı zamanki gibi çok şaşıran bir sürü insan daha olmalı. Hatta sadece demokrasi ve adalet gibi kavramları kullanmadığı halde işini kitaba uygun yapmaya çalışanların mobbing ile ödüllendirildiği iş dünyası içinde aynı gemide olduğumuzun hatırlanması epey tuhaf bir his yaratmış olmalı. Her gün işyerinde her an başına ölümcül bir “kaza” gelebilir endişesiyle karın tokluğuna çalışan, yüksek enflasyon yüzünden karnının tokluğunu da giderek daha sağlıksız gıdalarla sağlayan işçiler, batacağı ilan edilen geminin içinde ne hissediyor dersiniz? Üniversiteye gitme hakkı kazandığı halde aile evi dışında barınma ve yaşamaya ekonomik olarak imkânı olmayan gencecik çocukların zaten batmış olan geleceklerinin karşısında veya hasbelkader yaşayabilmiş ve hatta emekli olabilmiş bir kişinin aldığı emekli maaşıyla yaşamamasıyla kıyasladığımızda, ülkenin batması yeni bir haber olabilir mi?
Aynı gemideyiz, demiş Erdoğan ve devam etmiş: “Batarsa hepimiz boğulacağız”! İnanın şimdiye kadar çoktan boğulmuş olanların içinden bile kocaman bir endişe geçmiştir bu imdat çığlığı karşısında. Erdoğan mağdur, Erdoğan endişeli… Ülkenin batmasının Erdoğan tarafından dillendirilmesi karşısında, ülkenin çeşitli yerlerindeki kamusal alanlara çöken, buraları suçun üssü haline getiren, hatta dünya uyuşturucu ticaretini devlet erkinin güvenli kollarında kolayca büyütenler de endişeli mi? Geçtiğimiz sene yüzde 100’ün üzerinde kar açıklayan ve kendi üretken sermaye yatırımını zaten başka ülkelere sermaye grupları risk hesaplamalarına girmiş olmalılar.
Bu arada çeşitli partiler, batıyoruz çığlığı karşısında ekonomi programlarını açıklaya başladılar. Muhalefetin göçmenleri gönderip ülkeyi zenginleştirme dışında da bazı planları varmış meğer. Ama merak etmesin sermaye grupları, tüm planlar yine karların sürekliliğini esas almışa benziyor. Esneklik korkulacak bir kavram değildir diyor, İYİ parti ekonomi kurmayları, yıllar önceki tümüyle çürütülen tartışmaları yapılmamışçasına tekrarlayarak. Bu güvencesizlik koşullarında esnekliğin sadece sermayeye, korkunç bir tabiiyetin emekçilere düştüğünü özenle gizleyerek. Hatta her derde “Deva” partisi, AKP’nin neşeli günlerini kendilerinin inşa ettiğini söyleyerek güven istiyor. O dönemin koşullarının Derviş döneminin yapısal dönüşüm programının tutarlı devamı olduğunu ve bugünün çökme/batma/kriz denkleminin temellerinin atılmasının o günlere denk geldiğini titizlikle unutturarak. Arada bir CHP neferlerinde kamulaştırma söylemleri yükseliyor ama unutmamalı ki kamulaştırma kriz dönemlerinde sermayeyi kurtarma operasyonunun bir aracı olarak da kullanılır, derli toplu bir ekonomik model değişimi olmadıkça.
Tüm ana akım muhalefet birleşmiş yerli ve uluslararası sermayeyi ikna etmeye çalışıyor aslında. Batıyor denilen Türkiye mi, kendisini Türkiye sanan AKP mi o da belli değil gerçi. Zira tüm gücünü, babasının malı gibi veya hilafet hakkı gibi canı istediği gibi kullanan; hak hukuk diyenleri zindanda çürütme gücü elinde olanlar kendine AKP’de kolayca yer açmış, AKP’den bu gücü almış görünüyor. Dahası seçimler yaklaştıkça, açıkça işlenen suçların hiçbiri yokmuşçasına AKP’nin muhalefete çekileceğini ilan edenler de var. AKP’nin suç ile yürüttüğü iktidarının sonuçlarının ve bu suç kardeşliği üzerinden kurduğu ittifakların hasır altı edildiği bir AKP sonrası yeni dönemin AKP’yi ve mafyatik çete düzenini güçlendiren bir tazelenmeye yol açacağının neredeyse artık konuşulmamasına ne demeli?
Darbelerle hesaplaşmayan liberal dönemler, “beyaz Toros”ları her fırsatta hatırlatan ve devletin devamlılığının aynı zamanda hukukun ve adaletin imtiyazlara veya iktidarla mesafeye göre sağlandığı bir toplumsal yapıyı önümüze getirdi. Bugün her yerelin iktidarları, Erdoğan’ın taklidi. Erdoğan’ın temsil ettiği düzene oy yüzde 20’lere bile düşse, suçlar ve hukuksuzluk döneminden yarar sağlayanlarla hesaplaşılmadığı sürece adalet, demokrasi ve barış sözcükleri sadece bir slogandan ibaret kalacak yine. Tarih herkesin kendine göre yeniden yazdığı ve yorumladığı bir meşruiyet kaynağı olsa da, hala önemli. Zira tarihi yazanlar sadece iktidar kaynakları değil. Tarihsel deneyimlerimizi hatırlamak, olan saçmalıklar ve delirten politik kararlar karşısında yapılması gerekeni ortaya koyuyor her zamanki gibi. Yapılması gerekeni işçilerden öğrenelim: Yalova tersaneler bölgesindeki beşli çetenin parçası olan Kolin Holding’e bağlı Sefine Tersanesinde üretimin gerektirdiği yapısal işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığı için yüksekten düşerek ölen 22 yaşındaki gencecik işçinin ölü bedenine göstermelik önlemler alınmış gibi baret ve emniyet kemeri takmaya çalışanların, çalışma arkadaşı olan 35 işçi tarafından engellendi. Zira görmezden geldikleri her vaka, kendilerini o ölüm işsizlik çıkmasına daha da hapsedecekti. İtiraz ettiler, işsiz kalacaklarını bilmelerine rağmen. Bugün onların adını anmak, mücadelesini desteklemek ve daha önemlisi hukuksuzluk karşısında söylenmek dışında gerçekten tepki vermek dışında her şey, iktidara ve potansiyel iktidarlara suç ortağı olmaktan başka bir anlama gelmiyor.