Bugünlerde Türkiye’de gündem korkunç bir istismar ile çalkalanıyor. İstismarın bir ucu tarikatlara uzanırken, diğer ucu politik yelpazenin içindeki tuhaf bağlantıları ifşa ediyor. Muhalefetteki ve iktidardaki bazı kişiler, aldıkları tavırla açık bir suçu örtbas etme veya istismarın haberleştirilmesinden bir iç/dış mihrak komplosu veya din düşmanlığı çıkarma derdinde. Tuhaf olan, aşina olduğumuz lafların iktidar blogundan da muhalefet blogundan da aynı biçimde çıkıyor olması. Mevzu bir kadının veya çocuğun tarikatlarla ilişkilenmiş istismarı olunca, o politik ayrışmanın nasıl da yerle bir olduğu görünür oluyor.
Ancak bu istismar vakası bir istisna değil, tarikatların biatı kural haline getiren çerçevesinde daha sık karşımıza çıksa da sadece tarikatlarla ilişkili değil. Zira kadınların emeği, bedeni ve kimliği üzerindeki baskının türlü biçimi var, güler yüzlü, kravatlı, bol kitaplı ve modern olanlardan sarıklı veya badem bıyıklı hatta kareli ceketli olanlara kadar çeşitli şiddet biçimleriyle her gün karşılaşıyoruz. Kadınların var olduğu her yerde bin bir zorbalık ve şiddet biçiminin olduğu da direndikleri her yerde ölüme kadar varan bedellerle karşılaştıkları da aşikar.
Gündeme denk düşecek şekilde, İstanbul Planlama Ajansı (İPA) “ev kadınlarının” yaşam koşullarını, ihtiyaç ve beklentilerini merkeze alan bir araştırma yapmış. İstanbul gibi bir koca metropoldeki yaldızlı ideal yaşamların altındaki koskoca toplumsal yıkımı açıkça göstermiş.
Öncelikle “ev kadını” sözünün, içini dolduralım. Ev işleri ve bakım görevlerinin üzerine yüklendiği kişi (genellikle kadın) burada tanımlı. Ev ve bakım işleri, başkası için yapılan işlerdir. Kişi evde bu işlerden sorumlu tutulur ve yapmadığında veya aksattığında, kimliği veya bedenine zarar verilmesi “mubah” sayılır. İyi bir kadın olmanın şartı, bu işleri mükemmel yapmaktır; tencerenin dibi m tuttu, hakaret etmek caiz sanılır… Zira, bu yokluğu görünür olan işleri yapmanın doğuştan gelen ve bir cinsiyete özgü yetenek olduğu düşünülür. Kadınlara yapışan bu işler görünmez ve değersiz bulunur.
Halbuki bu işler olmazsa hayat durur, bu işleri piyasadan alabilmeniz için zengin olmanız gerekir.
Elbette evde bu işlerin (kadınlar tarafından) yapılıyor olması, kadınların iş hayatında eğreti kalmasına, düşük ücret almasına ve ekonomik ve sosyal olarak bağımlı kalmasına neden olurken; yapmayan (erkeklere) sosyal hayatlarını yürütecek, daha ücretli bir işte çalışabilecek veya eve gelir getiren kişi olarak harcamaları kontrol altında tutacak güç ve zaman sağlar.
Biz araştırmaya geri dönelim:
Gündemle bağlantılı olan kısmına bakacak olursak, ilginç bir veri ile başlayalım: araştırmaya göre İstanbul’da araştırmaya katılan her 5 ev kadınından 1’i 18 yaşından önce evlenmiş. Demek ki 18 yaşından önce evlenmesi, dolayısıyla hanenin bakımını üstlenmesi için reşit olmasını bekleyememiş aileler. Hemen nikahla, namuslarını garantilemişler ailelerinin. Siyasi iktidarı seçmek, ehliyet almak veya belgeye imza atmak konusunda yeterince büyümediği kabul edilen çocukları, evlilik kurumunun içine atıvermişler.
Evlenmek, erkeklerin hayatında kadınlardan daha az değişikliğe neden oluyor. Ancak kadınlar için hayati seçimler gerektiriyor. Hepsini saymayacağım ama en hafifi çalışma hayatının kesintiye uğraması olabilir. Bu iddia gerçekçi gelmediyse İPA istatistiğine bakalım:
Ev kadınlarının yüzde 27’si evlilik, yüzde 30’u doğumdan sonra işi bırakmış. Evlilik sorumluluklarının üstüne bir de çocuk bakımı eklenince 3 kadından 1’inin işi bırakması gerekmiş. Dahası, ebeveyn ve hasta aile bireyleri de kadınların zamanından çok fazla zamanı haneye aktarmalarını gerektirdiği açık. Kadınların kadınlık ve anneliklerini sorguladıkları en önemli durum, çocuklarının bakımı ile işe göre dönme arasındaki korkunç seçim. İPA araştırmasına göre çocuklara bakma oranı kadınlarda %71; eşlerinin çocuk baktığını söyleyen kadınların oranı %13. Pandemi sırasındaki kapanma döneminde, daha da katlanılamaz boyutlara geldiğinde Nancy Fraser’ın iddiası olan var olan ekonomik yapının nasıl toplumsal yeniden üretime balta vurduğunu ve böylelikle barım krizi içindeki bir yapının sürdürülemez olduğunu faş etmişti. Yeniden araştırmaya dönersek, sosyoekonomik düzeyi görece düşük hanelerde çocuklara sadece kadınların bakma oranı %90 olması, yüksek derecede piyasalaşmış toplumsal yeniden üretim sistemini de gösteriyor aynı zamanda.
Özellikle de çocuk bakımının yanı sıra, hanede bakıma muhtaç biri olduğunda, ev kadınları %66 oranla bakımı tek başlarına üstlendiklerini, böylece çocuklarını büyütseler bile yaşlanan ebeveynleri nedeniyle süren bu bakım işlerinin yine çalışma hayatını kesintiye uğrayacağı açık.
Çocuklar okula gidiyor bir süre sonra zaten, diyenleri duyar gibiyim. Ancak, okula giden çocukların dersleri ile ilgilenmek de yine kadınların işi kabul ediliyor. Araştırmaya göre kadınların ödevlerle ilgilenme oranı erkeklerin tam 5,5 katı. Kadınların %61’i ev işlerini sadece kendi yaparken, eşinin de ev işi yaptığını belirtenlerin oranı %19. Kadınların yalnızca %35’i ev işlerinde kendilerine “yardım eden” biri/birileri olduğunu belirtiyor. Her koşulda, ev işlerinin esas yüklenicisi evdeki eş/anne statüsündeki ev kadınları ve diğerleri ancak “yardım eden” konumundalar.
Hanede bakıma muhtaç biri olduğunda, ev kadınları %66 oranla bu kişinin bakımını tek başlarına üstleniyorlar. Boşanmış kadınların ise hasta ve yaşlı bakımını daha fazla üstlendiği görülüyor. Bu durumun boşandıktan sonra kadınların geri dönmek zorunda kaldığı aile evlerinde yaşlı ebeveynlerin bulunmasından kaynaklandığı söylenebilir. Yine de, kadınların gelir seviyesi arttıkça yaşlı ve hasta bakımında sorumluluk alma oranları da düşüyor.
Bu koşullarda kadınların emekli olabilmesi ve kendi başlarına geçinebilmesi neredeyse imkansız. Bu yüzden kadınların sadece iş hayatları kesintiye uğramıyor gelecekleri de bağımlı hale geliyor. Erkeklerin kadınların hayatında eşitsiz bir gün sahibi olması, boşanma, hastalanma veya ölüm gibi beklenmedik durumları kadınlar açısından korkunç bir cendereye çeviriyor.
Bu cendereyi İPA araştırmasındaki bir bulgu ile gösterelim: 18-29 yaş arasındaki ev kadınların %36’sı her türlü ihtiyacı için evin ekmek kazanan bireyden (erkek) harçlık alırken, 60+ kadınlarda oran %16’ya düşüyor. “Dul maaşı”, vefat eden eşten kalan emekli maaşı ve yaşlılık aylığı gibi sosyal haklar 60+ kadınların ekonomik bağımlılığını görece azaltıyor. Kadınlar çoğu kez kendi ücretli çalışmalarından değil, eş durumundan güvence hakkı kazanabiliyor. Zira çalışma hayatının kesintiye uğraması böylece gelecek güvencesini yok ediyor. Yine araştırmaya göre, sosyal güvenceye sahip kadınların %73’ü eşi üzerinden, %11’i ise kendi-ödemeleri üzerinden sigortalı. Ev kadınlarının sosyal güvenceye erişimi büyük oranda eşlerinin işgücü piyasasındaki statüsüne bağlı. Evli kadınların %77’si, eşi vefat etmiş kadınların ise %61’i eşi üzerinden sigortalı.
Tüm bu durumu genel ekonomik krizle bağlayalım madem:
İstanbul Planlama Ajansı’nın Ekim 2022 İstanbul Barometresi araştırması sonuçları Türkiye’de yaşanılan ekonomik krizin ve toplumsal yıkımın boyutları açısından bir gösterge olarak kabul edilebilir. Rapora göre, ekim ayında katılımcıların yüzde 23’ü bazı ödemeleri yapamadığını ve borca girdiğini söylemiş; yüzde 20’den fazlası geçinemediğini, yüzde 44,6’sı kıt kanaat geçindiğini söylerken sadece yüzde 11,7’si geçinebildiğini ve para biriktirebildiğini ifade etmiş. Yine benzer şekilde, kredi kartı ödemelerini tam yapabilenlerin oranı yüzde 47,9 iken yüzde 37,7’si kredi kartının sadece asgari rakamını ödeyebildiğini belirtmiş. Yüzde 7’nin biraz üzerinde ise kredi kartı borcunun asgari ödemesinin altında ödeme yaptığını veya hiç ödeme yapamadığını ifade etmiş. Dahası, ekonominin iyiye gitmeyeceğini ifade edenler neredeyse katılımcıların yüzde 50’si.
Ekonomik kriz ve toplumsal yıkımın herkesi etkilediği açık ancak toplumsal eşitsizlik ölçüsünde herkesin etkilenme biçimi değişiyor. Dahası, kadınlar bu süreçte çok daha büyük bir şiddet söz konusu. Bu yüzden eşitlik ve adalet arayışı, oksijen veya su kadar yaşamsal. Seçimlerde sadece bu toplumsal çöküşün üstünde gözüken iktidar mı değişecek yoksa, cehennemin kapılarını mı kapatacağız, bu sürecin nasıl işleyeceğine bağlı.
Ev içinden ve bakımın kendisinden yola çıkmadığımızda, henüz evin içinde demokrasiyi örgütlemediğimizde, tüm toplum için örgütlemenin yolunu baştan yok etmiş oluyoruz.
Yorum Yaz