arama

Tezahürün Dört Kavramı: Metamorfoz, Deus Ex Machina, Mucize, Beliriverme

Arif ARSLAN
Yaşam hikayelerden oluşur ama her hikaye gibi “yaşam-oluş” da kesintiye uğrar veya bir yerinde tıkanır yahut hiç beklenmedik bir “yeni-oluş” beliriverir.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

Yaşam hikayelerden oluşur, kim bilmez ki bunu. Benlik duyumuz[1] bile kendi hikayesini yazmasa “ben” olamazdık. Uyandığımızda uyumadan önceki kişi oluşumuzu nasıl bilebiliriz ki başka türlü? Yani bir yandan kendimizi yaşarken bir yandan da bu yaşamın “hikayesini” kendimize yazmaktayız. Kendimi düşünüyorum, kendimi düşündüğümü de düşünüyorum, daha da ilerletebilirim. Yaşam hikayelerden oluşur ama her hikaye gibi “yaşam-oluş” da kesintiye uğrar veya bir yerinde tıkanır yahut hiç beklenmedik bir “yeni-oluş” beliriverir.

Liseyi 90’lı yılların başında taşrada okudum ve günümüzden farklı olarak bizim için okul en önemli bilgi kaynağıydı. “Metamorfoz” kavramını ilk kez biyoloji dersine duymuştum. Bir tırtılın zaman içerisinde geçirdiği değişimle kelebek haline gelmesi bir metamorfozdu. Anlayıp düşünmeden tanım olarak kafama yazıldı o kadar. Bilgi açısından doldurulsak da düşünme açısından zayıftır lise öğrenimi. Birçok derse girersin ve her derste kova kova bilgi boca edilir başından aşağı. Sık sık yazılı olur, ders çalışmaktan, ezber yapmaktan hiçbir şeyi “anlamaya” vakit kalmaz. Eğitim yaşamında bunun hâlen değişmediği kanaatindeyim.

O yaşların hele de o devirde önüne geçilmez bir bilgi merakı vardı. Zihnimizde nasıl işleteceğimizi bilemesek de bilgiye karşı temel bir hayranlığımız vardı birkaç arkadaşın. Belki de birbirimize gösterecek bir şeylerimiz olması için ansiklopedi karıştırıp bilmediğimiz tarihleri, bilmediğimiz dünyaların ilginç bilgilerinin peşinde oluyorduk bazen. Metamorfoz başlıkta andığım dört kavramdan ilk öğrendiğim oldu. Metamorfoz bilgisinin ilk imgelenişini, kravat bağlamayı ilk öğrenişim yahut parmaklarımla ıslık çalmayı öğrendiğim zamanki tatla taşıdım kafamda. Bu kavramlardan en son duyduğum ise beliriverme oldu. Roy Bhaskar’ın felsefesinin önemli kavramlarından biriydi o da.

Metamorfoz, doğanın daha doğrusu canlılığın alanında çok özel dönüşümleri anlatan bir kavramdı. Aslında çok eski zamanlardan beri bir açıklama tarzı olarak kullanılıyordu. Romalı ünlü şair Ovidius’un meşhur bir eserinin adı Metamorfozlar (Dönüşümler)’dı örneğin. Ovidius doğayı gözleyerek varlıkların keskin bir dönüşüm içinde olduğunu fark etmiş ve bu bilgisi ışığında bu anıtsal yapıtı yazmış. Ovidius’un anlattığı tarzda dönüşümler bizim halk kültüründe efsanelerde de yer alan anlatılardır. Tokat yöresinde şöyle bir efsane vardır mesela: Babasının sözünü dinlemeyip sevgilisiyle kaçan kız daha köyün sınırını çıkamadan taşa dönüşüvermiş. İnsan doğanın içinde dikkatli bir gözlemci olarak yaşarsa ondaki dönüşümü, zihninde imgelemeden kaçamaz. Düşünce her ne kadar kişinin istemiyle şekilleniyormuş gibi görünse de her düşünce bir tür doğal zorunluluk olarak yaşanır.

Ele aldığım bu dört kavram (Metamorfoz, Deus Ex Machina, Mucize, Beliriverme) bazı bakımlardan benziyor ama hepsi de farklı ve hepsinin de bozucu ya da ön açıcı bir duruma karşılık gelen kullanımı var. Deus ex machina daha ziyade kurmaca senaryolarda kullanılan bir teknik olarak bilinir. Gündelik dildeki “gökten zembille inme” durumu dersem daha anlaşılır gelecektir. Metin yazarının anlattığı hikayenin gelişimi bir noktada tıkandığında devreye bir “kısa kesme”nin girmesi şart olabilir. Yoksa işler uzayıp gidecektir, deus ex machina sahreye çıkar ve sorunları çözüverir. Bu teknik milat öncesi Antik Yunan tragedyalarından beri kurmaca metinlerde yer bulmuştur. Destanlarda bile yenişememe durumunda yukarıdaki Tanrıların müdahalesi ile şekillenen bir son ortaya çıkar. Ajax ile Hector eşit güçlere sahiptir ama Tanrılar Ajax’a torpil geçer.

Mucize kavramı ise kutsiyet atıflı kişilerin “olmazları oldurması”dır. Peygamberler ya da Tanrı’nın özel görevler için donattığı mahluklar mucize gösterebilir. Sıradan insanlar mucize yapamaz ama sıradan insanlar için Tanrı mucize yapabilir. Musa elindeki asayı kullanarak Kızıl Deniz’i ikiye ayırıyordu örneğin. Mucize metamorfozdan farklı olarak bir bilme biçimi değil, inanıştır. Bir açıklama değil, nedensel ilişkiye sokma mantığına dayanır. Halk kültürünün taşıyıcıları olan geleneksel edebi metinlerde mucizeye sıkça rastlarız. Olağanüstü olanın cazibesi halk dimağında ayrı bir şekilde biçimlenmiştir. Eski çağların muhayyilesinde olağanüstüye yer vardı günümüzden farklı olarak. Günümüz için olağanüstünün sınırları iyice daralmış hatta olağanın uzantısı durumuna dönüşmüştür. Metafiziğin söndüğü bir çağda yaşıyoruz ne de olsa.

Beliriverme kavramı ise yaygın düşüncede fazla yer bulmamış olsa da bilim felsefesinin çok önemli bir kavramıdır. Belirivermenin kavranması için katmanlı ontolojik düşünceye başvurmak şart. Katmanlı ontolojik düşünüş, varlığın sırasıyla fizik, kimya, biyoloji, psikoloji ve sosyal katmanlardan oluştuğu iddiasındadır. Bu ontolojik hattı Nicolai Hartman, Georg Lukacs ve Roy Bhaskar[2] gibi filozoflar üzerinden ufak farklar içeren yorumlarla da olsa izleyebiliyoruz. Beliriverme katmanlar arasındaki geçişlerde ortaya çıkan beklenmedik oluşum ve olguları açıklamak için kullanılır. Bhaskar, yanıcı özelliklere sahip hidrojen ve oksijen elementlerinin su molekülü oluşturmasını örnekler. Keza gırtlağımızı boğumlandırarak çıkardığımız fiziksel seslerin anlamlı dilsel yapılar ortaya çıkarması bir başka beliriverme örneğidir. Dilin her yapısı belirivermeler üzerinden işler aslında. Kelimelerden oluşan bir cümle, kullanılan bütün kelimelerin anlamını aşarak yapılanışından farklı olarak bambaşka anlamlar üretebilir: “Ben de orada olduğum halde ne gördüm ne duydum!” dediğimizde “duydum” ve “gördüm” gibi bir oluşu dile getiren kelimeler kullanılıyorsa da cümlenin anlamına bakıldığında bu iki eylemin de söz konusu olmadığı anlaşılacaktır.

Bütün bunlar nerden aklıma geldi dururken, Emanuele Coccia’nın Metamorfoz adlı bir kitabının çıktığını görünce, beni bir okuma heyecanı sarınca benzer özellikleri olan kavramlar da şöyle bir gözümün önüne geliverdi işte. Kavramların hayatımızda tahmin edemeyeceğimiz kadar dönüştürücü ve kurucu bir yeri olduğunu kendi deneyimime bakarak söyleyebilirim.

Notlar:

[1] Benlik duyusu kavramı, Margaret Archer’in insan failliğini açıklarken başvurduğu en temel kavramdır. Benlik duyusu kavramı yalnızca insana has değil, insan dışındaki gelişkin hayvan türlerinin de fail olabilmesi için zorunlu bir bedensel yeti olarak düşünülmelidir. Bu konuda Türkçede Vefa Saygın Öğütle’nin Failliğin Ontolojisi kitabına başvurulabilir. Bu sitede şuradan ilgili kitap ve benlik duyusu kavramı üzerine detaylı bir makale okunabilir:

https://artigercek.com/kultur-sanat/failin-ontolojisi-sosyal-bilimlerde-nedensellik-ve-yonelimsellik-uzerine-237267h

[2] Katmanlı ontolojinin en gelişmiş halini Roy Shaskar’ın Gerçekçi Bilim Felsefesi adlı kitabında bulmamız mümkün.