arama

“El salla, kurtuldun!”

Nevra AKDEMİR
Depremden kurtarma çalışmalarına kadro aktarmak yerine, sosyal medya paylaşımlarının peşine düşen savcılar, iktidarın yalanlarını gerçek gibi göstermek için enkazdan henüz çıkan depremzedeye “el salla kurtuldun” diye sırıtan medyadan, yazlık kıyafet dolabını boşaltmak için deprem yardımlarını fırsat görenlere kadar.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Nevra Akdemir Nevra Akdemir
  • 1 Star
    Loading...

1999 depremini yaşadım. Yıkıma hem tanık oldum, hem yardım organizasyonlarında bilfiil çalıştım. Yıkılan evler, çadır kentler, sonrası süreçte hayatını normalleştirmek için çabalayanlardan biriydim. Bu yazıyı da o korkunç yoklukları yeniden yaşamamızın öfkesiyle yazıyorum. İktidar ortaklarının, yani devlet yönetimine çöken, siyaseti kendi zenginleşme ve güç kazanma ereklerinin aracı olan kullanan, nefret dolu tavırları ve perspektiflerini her fırsatta dile getiren, alçaklığın dibinin olmadığını bizlere defalarca ispatlayanların suretleri ve sözlerine önümüze düştükçe, evimizin sıcaklığından, yorgunluktan teslim olduğumuz uykumuzdan, önümüzdeki yemeklerden utanır olduk. Memleketten uzaklarda olsak da hızlıca kendiliğinden örgütlenen yığınla insan, bir anda çoğalan bağış miktarları, açılan kampanyalar hala bir umut parıltısı sunuyor bize.

Depremin bölgesindeki yıkımı daha da korkunç hale getiren soğuk ve kaosun yanı sıra iktidarın seçim kampanyasına dönüştürme çabasından kaynaklanan yardımı engelleme girişimleri ise kan dondurucu. Dahası, sınırların bir hiç olduğunu gösteren depreme meydan okurcasına, ve yıkımı fırsata dönüştürürcesine, yıkımların üstüne bomba yağdırmalarını söze dökecek kelime yok. 1999 depreminde, ilk dakikadan itibaren kendi güvenliğimizi alıp, ne olduğuna bakmak için bir araya geldiğimizde mahallemiz bir kamusal alana dönüşmüştü. Birbirimize yardım ediyor, yaralarımızı sarıyorduk. Üşüyenlere battaniye veriyor, aç olanlarla yemeğimizi paylaşıyorduk. İstanbul’un nispeten şanslı bir bölgesindeydim, yakınlarımın sesini duymuştum, ilk saatlerde. Sonra ise uyumadan yollara düştük. Yollarda devlet yoktu, sadece bizim gibi çadır kent kurmak için, enkazlardan insanları çıkarmak için örgütlenenler vardı. Yerleştik bir yere ancak bir süre sonra bir kriz masası kuruldu ve bizi doğru yere yönlendirdiler. Yapılması gerekeni yaptık, yapamadıklarımızı dert ettik ve sonra geri dönmek zorunda kaldık. İçiminde bin bir yarayla. Ne yapsak yetmedi, bir nebzeydi katkımız ama yaptık. Yıkımın boyutları açıklanandan kötüydü. Normale dönmedik hiçbir zaman aslında.

O yıl yıkımın ardından bir müteahhitin adı geçti ve cezalandırılacağına dair bir kamuoyu bilgisi oluştu. Yıkımın ardından deprem, kocaman bir kentsel dönüşümün, kentlerin sınırsız kar hırsıyla sermayenin denetimine ve talanına açılmasının gerekçesi haline geldi. Binalar yıkıldı, parklar betonlaştı, toplanma alanları AVM’ye dönüştü, kamu binaları satıldı. Deprem değil ama buldozerleri kullan sermayedarlar her şeyi yerle bir edip yeniden kendi hayallerine göre tasarlamaya koyuldu. Hafızamızın ve hatıralarımızın üstünden yeniden geçtiler, direniş mekanlarının hepsini sermaye anıtına çevirdiler. Kentin değişimi, bir insanın kalbinden daha hızlıydı… O günlerden beri deprem gerekçesiyle toplanan vergilerle, ormanlık alanlar yağmalanarak otoyollar ve yeni kent parçaları üretildi, yeniden büyük bir sermayeye dönüştürüldü bizlerin tüm endişeleri. Tam 38 milyar 248 milyon dolar vergi toplanmış hesaplamalara göre. Bu vergi dışında, kentsel dönüşümün yarattığı yeni zenginler grubunun siyasette yerini aldığını görüyoruz. Tarikatlarla iç içe ekonomik bağlantılar ve yerel güç odakları haline geldiklerini ve hayatımız üzerinde söz sahibi olduklarını da. Dahası, deprem sadece AKP’nin iktidara gelmesine aracılık etmeyip, o günlerin ekonomi krizinden sermayenin güçlü çıkmasını sağlamıştı. Gıda, enerji, sağlık, eğitim ve pek çok kamusal niteliği bariz sektörün piyasa dinamiklerine göre işler hale gelmesi de o yıkımın ardından gelen talanın dolaylı sonucuydu. O günlerden bugüne, deprem hep gündemde. Sadece emlak piyasasında değil. Ancak, bilim insanların ve mimar ve mühendis odalarının raporlarını kimse dikkate almadı. Deprem yönetmeliklerine, kentsel planlama esaslarına kimse uymadı. Sürekli imar afları konuşuldu ve hayatımızı deprem olmaksızın cehenneme çeviren otoyollar, betonlaşma ve ekolojik alanların tahribatına kar hırsı ve siyasi hassasiyetler uğruna ses çıkarılmadı; “bir kaç ağaç” denilerek itibarsızlaştırılan ekoloji hareketleri, gezi direnişi ve orman yakarak otellere, madenlere ve çimento fabrikalarına yer açma girişimleri Türkiye’nin ve teritorya olarak görülen sınır ötesinin direniş gündemi olmasına rağmen.

Bugün yaşadıklarımıza öfkem, sadece Erdoğan’ın tehditlerine, Ekonomiden anlamayan bakan’ın vesairesine, adı lazım olmayan bakanların umursamazlığına veya sırıtışına değil; aynı zamanda biraz ses çıkarabilmek için umutla canlarını dişine takan enkaz altındaki depremzedelerin üstüne 10 dakikada bir selâ okuyan, enkazı kazımak yerine marketin kapısında nöbet tutanların varlığının bize gösterdiği şeye de. Erdoğan’ın tek bir kişi olmadığını, tek tek her yerelde karşımızda Erdoğancıklar olduğunu görmemiz önemli. Deprem sonrası insani yardım, arama ve kurtarma çalışmaları seçim çalışmasına dönüştürmeye çabasında olanlara öfkem. Sosyal medyada aç ve susuz günlerdir yıkıntıların arasında sokakta yaşamaya çalışanlara bakıp yağmacı diyenlere, ırkçılık yaparak bezelye aklıyla kurtarma sırası belirleyenlere öfkem. Mücadele etmemiz gerekenler de bunlar.

Devletin tüm mekanizmasını kendi siyasi hedeflerine göre çalıştıran, yardımları kendilerine mal etme uğruna yıkım bölgelerine ulaşmasını engelleyen, hatta yurtdışındaki desteklemelere el koymak için depremden etkilenen 10 kentte OHAL ilan edenlere biat edenler, insanlıktan çıkarak suçu iktidara göre belirleyip ceza kesmeye kalkışanlar, bu çökmüş iktidarı ayakta tutuyor. Depremden kurtarma çalışmalarına kadro aktarmak yerine, sosyal medya paylaşımlarının peşine düşen savcılar, iktidarın yalanlarını gerçek gibi göstermek için enkazdan henüz çıkan depremzedeye “el salla kurtuldun” diye sırıtan medyadan, yazlık kıyafet dolabını boşaltmak için deprem yardımlarını fırsat görenlere kadar. Toplumsal çöküşü de direnişi de örgütlemek bizim elimizde. Dünyanın her yerinden yağan destek ve yardımlardan yola çıkarak, hala bu yıkımın üstüne, bir daha talana ve yaşamı hiçe sayan kar/güç hırsına izin vermeyecek bir sistem kurmamız mümkün. Bu seçim geleceğimizi değil, bugünümüzü de belirleyecek.