arama

Brecht’in “Empedokles’in Pabucu”

Arif ARSLAN
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

Edebi metnin gücü hikayesindedir. Elbette edebi bir metnin dilinin iletişimsel kullanımını aşması beklenir; dilin estetiği, konuşmanın akışının kıvraklaşmasında yatar. Güçlü bir edebi metin konuşur gibi söylenmeye yeltenildiğinde “o öyle söylenmez” dedirtir. Benim kişisel hayatımda “Empedokles’in Pabucu” manzumesi bana edebiyat sanatının bu iki kapısını da açmıştı. Henüz lise öğrencisi olarak sosyal temalı ne bulursam okurum hevesinde olduğum yıllardı. Silivri’de gündüz inşaat ameleliği yaptıktan sonra akşamları kordon boyu yürüyüşü sırasında gördüğüm bir kitap sergisine dalmıştım. Brecht’in adını duymuşluğum varsa da ne bir oyununu izlemiş ne de metnini okumuştum. Bir tiyatro yazarı olduğunu biliyordum ama şiir yazdığını bilmiyordum. Heyecanla elime alıp karıştırdım Seçme Şiirler kitabını ve hemen satın aldım, eve gidince uyuyana kadar bitirdim; beğendiklerime kurşun kalemle yıldızlı notlar veriyordum.

Düşünce tarihinde Empedokles’in felsefesinin önemi büyüktür elbette ama onun felsefesine girmeyeceğim şimdi. O yıllarda Empedokles’in kim olduğunu bilmiyordum, ilk kez Brecht’ten duydum yani.  Empedokles’in Antik dönemde yaşamış bir filozof olduğu şiirden anlaşılıyordu. Aslında kim olduğunun önemi de yoktu; metnin vurgusu Empodekles değil, onun ardından insanların eğilimleriydi. İnsanlar “Gözle görmedikleri olaylar karşısında  / o saat boş bir inanca” kapılıyorlardı, “olayların gidişini değiştiren  / gözle görülür şeylerin ötesinde bir şeyin/ olabileceği”ni düşünüyorlardı, “karanlığı nasıl daha karanlık yapma telaşı içinde” oluyor ve “yeterli bir neden aramaktansa saçma olana inanmayı” yeğliyordu. Bu yaşadığımız toplumun hikayesiydi; etrafımdaki dünya da geçen yüzyıllara karşın böyleydi. Bu fikirler daha o zaman bana çarpıcı geldi ve benim için şaşmaz eleştiri ilkesi oldu. Empedokles’in yaşamına ilgi göstermiş isimlerden biri de Hölderlin’dir, onun 1846’da ilk kez yayımlanan Empedokles’in Ölümü adlı draması İsmet Zeki Eyüboğlu tarafından Türkçeye Empedokles olarak çevrilmiştir.

Brecht’in sanat yöntemi apayrıdır; bu konuda nitelikli çokça kitap da var. Mesela F.Jameson’un Brecht ve Yöntem[1] kitabı. Brecht bir deryaydı, onlarca oyunu, hikayeleri, romanları vardı; müthiş bir söz ustası olduğu ortadaydı. En çok oyunlarıyla tanınsa da ben romanlarını daha çok severim; sarkastik bir üslubu vardır. Onun romanları birer hiciv başyapıtı olarak değerlendirilmeli. Beş Paralık Roman’ın ve Bay Julius Cesear’ın İşleri hem üslup açısından hem de ilgi çekici hiciv yapıtları olarak keyifle okunacaktır.  Beni şaşırtan şeylerden biri Brecht’in dosdolu kitaplarından  Me-Ti ile Söyleşiler’inin başta sol kesim tarafından okunmayışıdır. Böylesine nitelikli edebi yapıtların okunmayışına neden şaşmayayım ki? Bana göre edebiyat dünyasında Brecht’in gerçek mirasçısı  Dürrenmatt’tır. Ne yazık ki onun da gördüğü ilgi hak ettiği düzeyde değildir. Oysa müthiş iğneleyici dilinin eleştirmeyi seven sol kültürde ilgi görmesi beklenir.

Brecht hakkında yazılmış çok kitap var ama onun nasıl yazdığı hakkında Peter Weiss, Direnmenin Estetiği’nde detaylıca durmaktadır çünkü Peter Weiss, toplumcu edebiyatın yöntemini hem sorgular hem de ona yeni bir perspektif açar. Sosyalist edebiyat konusunda da Brecht’in özel yerini teslim eder. Direnmenin Estetiği devasa bir belgesel romandır ve  bu eseri masaya yatırarak tartışmayan bir Marksist sanat teorisi fazla ilgimi çekmez. Hem göz yaşartıcı hem zihin açıcı hem öfke kusturan kitaplardan biridir benim için.

Empedokles’in Pabucu”ndan başlayan edebi yolculuğun geleceği yer Direnmenin Estetiği’dir bana göre. Belki bu kadar kestirme değil yol, bu şiir beni sayamayacağım kadar çok yeni kitaba ve isimlere götürdü; sayabileceklerimden hep daha fazla kalacak sayamayacaklarım. Bir yerden başlamak, bir ucundan tutmakla başlıyor her şey. Bilge bir yaşlı olan Empedokles’in yavaş adımlarla dağa doğru tırmanan imgesine odaklanıyor zihnim. Empedokles’in tasarladığı dağ yolculuğunu ve kratere atlayışını anlatıyor Brecht kendince. Sanat kendi döneminin görünenleri üzerinden görünmeyenleri anlatıp hissettirdiği gibi tarihin akışındaki sosyal çelişkileri ve düşünsel gelişimi de kendi kurmacasında süzerek kendince imgeleştirecektir. Brecht’in tarihsel bir efsaneyi, İkinci Dünya Savaşı yılları öncesinde Avrupa’da faşizmin kol gezdiği ortamda, insanların gerçeklikle ilişkilenmesine dair bir eleştiriye çevirmesi önemlidir.

Empedokles’in Pabucu

  1. Agrigentumlu Empedokles,
    ihtiyarlık hastalıkları yanı sıra
    yurttaşlarının saygısını kazanınca
    ölmeye karar verdi.
    Ama birkaç kişiyi sevdiği için
    ve o birkaç kişi de onu sevdiği için
    onların gözü önünde yok olmaktansa
    hiç olmayı yeğledi.Bir geziye davet etti onları, ama hepsini değil,
    bir ikisini çağırmadı ki, böylelikle
    seçimine ve bu gezi işinin tümüne
    biraz da rastlantı karışsın.
    Tırmandılar Etna dağına.
    Bu işin zorluğu
    sesleri kıstı.
    Bilgece sözler aramadı hiç kimse.
    Tepeye varınca, kendilerine gelmek için derin
    bir soluk aldılar
    ve amaçlarına varmanın mutluluğu içinde
    manzaraya daldılar.Hocaları usulca ayrıldı onlardan.
    Onlar yeniden konuşmaya başladıklarında
    hiçbir şeyin farkında değildiler.
    Ama az sonra,
    yer yer bilgece bir sözcük eksik olunca,
    başladılar çevrelerinde onu aramaya.
    Oysa o, pek de acele etmeden
    çoktan dolanmıştı tepeyi.
    Bir keresinde durup,
    ne kadar uzakta olduğunu anlamak için
    kulak kabarttı konuşmalara.
    Artık pek seçilmiyordu sözcükler: Ölüm başlamıştı.

    Dururken kraterin ağzında
    arkası dönük,
    uzakta, bu konuşmalarla ilgili hiçbir şey bilmek istemeden,
    hafifçe eğildi yaşlı adam,
    dikkatle çıkardı pabucunu ayağından
    ve gülümseyerek az öteye fırlattı,
    öyle bir yere ki,
    çabuk bulunmasındı, ama zamanında da bulunsundu,
    yani çürümeden.
    İşte ondan sonra girdi kratere.

    Dostları onu arayıp da onsuz geri döndüklerinden
    sonraki haftalar ve aylarda yavaş yavaş
    ölümü başladı, tam istediği gibi.
    Bazıları artık umutlarını kesmişlerken hayatından
    bazıları hala bekliyorlardı onu.
    Bazıları onu bekleyip tutuyorlardı sorularını,
    bazılarıysa kendileri arıyorlardı çözümü.
    Hiç değişmeden usul usul gökte uzaklaşan,
    yalnız siz bakmazken uzaklaşan küçülen ve incelen,
    onları yeniden aradığınızda çok uzaklaşmış olan
    ya da belki de öbürlerine karışan bulutlar gibi usul usul
    öylece uzaklaştı onların alışkanlıklarından.

    bir söylenti çıktı sonra:
    Ölmüş olamazdı, ölümsüzdü çünkü.
    Hiç kimsenin aklı ermedi bu işe.
    İnsanlar için olayların gidişini değiştiren
    gözle görülür şeylerin ötesinde bir şeyin
    olabileceği düşünüldü.
    Bu tür boş laflar çıktı.
    İşte tam o sıra pabuç bulundu,
    elle tutulur, gözle görülür, yıpranmış, deriden pabuç!
    Gözle görmedikleri olaylar karşısında
    o saat boş bir inanca kapılanlar için
    geride bırakılan pabuç.
    Böylece yeniden doğallaştı
    ömrünün sonu Empodokles’in:
    Herkes gibi ölmüştü o da.

    2.
    Başkaları gene başka türlü anlatıyor bu olayı:
    Gerçekten bu Empedokles,
    kendisine tanrısal bir saygı duyulmasını
    istemişti güvence altına almak.
    Ve gizlice ortadan kaybolup,
    sinsice Etna’nın içine atlayarak
    kendisinin insan maddesinden yapılmadığını göstermek
    istemişti
    ve ölüm yasalarına uymadığını,
    ve bir efsane yaratmak böylece.
    Ama burada pabucu insanların eline geçerek
    bir kazık atmıştı ona.
    (Üstelik bazıları da şöyle diyor:
    Krater sinirlenmiş bu olaya
    ve kusup atmış pabucunu bu herifin.)

    Ama biz şuna inanmak isterdik daha çok:
    Eğer Empedokles çıkarmadıysa pabucunu gerçekten,
    bizim aptallığımızı büsbütün unutmuştu demek,
    karanlığı nasıl daha karanlık yapma telaşı içinde
    olduğumuzu
    ve yeterli bir neden aramaktansa saçma olana inanmayı
    nasıl yeğlediğimizi düşünmemişti.
    Ne olursa olsun, dağ, böyle bir dikkatsizliğe sinirlenmemişti
    kuşkusuz,
    ve adamın, kendisine tanrısal bir saygınlık duymamız için
    bizi kandırmak istediğine inanıp öfkelenmemişti
    (çünkü dağ hiçbir şeye inanmaz ve ilgilenmez bizimle).
    Ama belki de, her zamanki gibi ateş püskürtürken pabucu
    fırlatmıştır da,
    bizim bilgin efendiler, işin içinde bir anlaşılmazlık kokusu
    bulmaya uğraşırlarken
    o ünlü fizikötesi inançlarını geliştirmek için uğraşırlarken yani,
    birdenbire apışıp kalmışlardır
    hocalarının pabucuna sürdüklerinde ellerini,
    o gözle görülür, elle tutulur, yıpranmış, deriden pabuca.

Bertolt BRECHT
                                           Çeviri : A. KADİR – Gülen AKTAŞ

[1] Jameson, F. (2013). Brecht ve Yöntem, Habitus Yayınları.