arama

Tanzimat Edebiyatını Silkelemek

Arif ARSLAN
Türkiye ulus devletinin ideoloji olarak kendisini Türk-İslam milliyetçiliği ile yapılandırması, tarihe bakışı da şekillendirmiştir.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

“Silkelemek” diyorum çünkü ezberimize kazınmış birçok bilgiyi dalından düşürmek lazım. Modern Türk edebiyatı dönemleştirilirken 1860’tan sonra etkili olan edebiyata Batı Etkisindeki Gelişen Türk Edebiyatı adı verilir. Batı’dan alınmış edebi türlerin ilk ürünlerinin verildiğini ve yaygınlaştığını göz önüne alırsak bu adlandırma yanlış da değildir. 1860 tarihinin milat kabul edilmesi ise ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahvâl’in yayınlanmaya başlamasıdır. Gazete aracılığıyla hem haberler hem de edebi ve fikri yazılar yayınlanıyordu. Daha ilk sayıda İbrahim Şinasi, yazdığı Mukaddime (ön söz) ile ilk makale örneğini de vermiş kabul edilir.

Lise eğitimi alan herkes “edebiyatımızda ilkler” faslını bilir ve sonradan unutacağını da bile bile sınavlarda bu “ilkler”i ezberler yahut küçük kağıtlara kopya olarak kullanmak amaçlı olarak yazar. Bu ezberlerde ilk Türkçe roman olarak Şemsettin Sami’nin 1872 yayın tarihli Taaşşuk-ı Talat ile Fitnat’ı, ilk edebi roman olarak (ne demekse!) Namık Kemal’in İntibah (1873) gösterilir. İlk tiyatro eseri olarak verilen Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1859) ise uzun bir zaman “ilk” kabul edilse de az çok “ciddi” yayınlarda Hayrullah Efendi’nin Hikaye-i İbrahim Paşa be İbrahim Gülşenî’den (1844) bahseder, bu bahsin açılmasında Hayrullah Efendi’nin “Türk” olmasının özel bir önemi olmalı.

Bu bilgilerin çoğunlukla bir tercihle oluştuğuna kuşku yok, dolayısıyla bu tür bilgilerin çoğu yanlıştır. Söz konusu romanlar Türkçe yazılmış Arap alfabesiyle basılmış kitaplardır. Oysa Osmanlı toplumunda öncelikle gayri Müslimlerin Batı toplumuyla ticari ve kültürel ilişki kurdukları, daha önce okullar açtıkları sürekli dile getirilir. Osmanlı öncelikle bir imparatorluktu ve birçok farklı dine ve etniye sahip topluluklardan oluşuyordu. Bu farklı tebâ unsurları devlet katında farklı görevlerde yer buluyor, bürokratik kademelerde yer de ediniyorlardı. Dolayısıyla yaptıkları çalışmalar, sahip oldukları kültür Osmanlı’ya dahildir. Söz konusu edebiyat olduğunda da bu geçerlidir. Bu yüzden edebiyatta “ilkler” tercihinde günümüz ulus devletinin tercihleri nedeniyle ortaya çıkmış bir liste söz konusudur.

Söz konusu seçimde dili baz alacaksak şimdilik, yazılmış ilk Türkçe roman, Vartan Paşa’nın 1851 tarihli Akabi Hikayesi’dir. Türkçe romanlar arasında anılmamasının nedeni Ermeni alfabesiyle basılmış olmasıdır. Oysa bu roman Türkçe yazıldığı için “ilk”tir. Akabi Hikayesi, Ermeni toplumundaki bir iç ayrım olan Ortodoks ve Katolik mezhepleri arasındaki gerilimlerin insanların gündelik hayatlarını nasıl etkilediğine dair kimi yönleriyle gerçekçi kimi yönleriyle de geleneksel halk hikayelerinin, mesnevilerin örgüsünü taşımaktadır. Mezhepsel ayrılık, birbirini seven iki gencin aşkının önünde engel olarak trajik bir durum ortaya çıkarmaktadır bu romanda. Eser Türkçe olsa da o dönemde Ermeni alfabesini ancak sınırlı sayıda Ermeni’nin bildiğini düşünürsek yaygın bir okuyucuya ulaşamadığını tahmin edebiliriz.

Türkiye ulus devletinin ideoloji olarak kendisini Türk-İslam milliyetçiliği ile yapılandırması, tarihe bakışı da şekillendirmişti. Bu darlaşmanın getirdiği bakışın dikkat çekici ihmallerinden biri de yine Türkçe olmasına karşın, Karamanlı Hristiyan Türklerden Evangelinos Misailidis tarafından yayınlanan Temaşa-yi Dünya ve Cefakâr u Cefakeş (1871) adlı romandır. Bu romanın ihmali, uzun bir zaman boyunca hatta günümüz için de geçerli olmak üzere 19. yüzyıl Anadolu’sunun kültürel zenginliğini tanıma açısından önemli bir zaaf ortaya çıkarmıştır. Çünkü Cefakâr u Cefakeş, bugün bile orta düzeyde Türkçe bilen herkesin anlayabileceği bir dile sahip. Oysa aynı dönemden Tanzimat edebiyatçılarının roman ve hikayelerinin o kadar kolay okunmadığı da söylenmeli. Kullanılan dil bir yana anlatılan kültür ve yaşam tarzı, folklorik anlatılar dönemin Anadolu halk kültürünü ve halk Türkçesinin dilsel zenginliğini barındırmakta bu romanda. O zamanki mekteplerin halini anlatan şu satırlar, bir Anadolu kasabasında geçen çocukluğumdaki gündelik yaşama ne kadar da dahil: “…hocaların cehaletine niçun dıkkat itmezler idi? Ve niçun çocuklarını hoca “Eti senin, kemiği benim” deyu gaya Asr-ı mutevassıtın (Ortaçağın) tomruk ağalarına (tutukevi sorumlusu) teslim ider gibi, cahil hocalara teslim iderek, falakalarda ve sığır sinirleri [kamçı] altında çürüdürler ve hocaların “Allah belanı versin eşek”, “üçkağıtçı, dört ayaklı hayvan”, “buradan defol domuz” gibi yakası açılmadık küfürler ile perverde iderleridi?” (s. 60-61). Misailidis’in romanı Türkçe deyimler ve atasözleri açısından o kadar zengin ki bu zenginliği ancak sonraki asırda birkaç romanda belki bulabiliriz.

Peki neden Türkçe edebiyata dahil edilmemiş olabilir diye sormaya bile gerek yok. Çünkü her ne kadar halk Türkçesiyle yazılmış olsa da Yunan alfabesiyle basılmıştır. Dahası yazarı Hıristiyan bir Türk’tür. Bildiğimiz gibi Karamanlı Türkleri daha sonra 1924’teki mübadelede milliyetçi ideolojinin tercihiyle Yunanistan’a gönderilmiştir.

Milli ve dini duyarlılığın (!) göz ardı ettiği Türkçe metinlerden birisi de Ermeni yazar Viçen Tilkiyan’ın 1872 tarihli Dürbin-i Aşk ve Mahbube-i Milel (Aşıkla Maşuk Dürbünü ve Her Milletin Güzeli) adlı beş ciltlik hikaye kitabıdır. Bu kitabın en temel özelliği, dönemin Osmanlı toplumunun etnik ve dinsel gruplarının hikayelerini ve gündelik yaşamlarını içermesidir. Kısa ve uzun on dokuz ayrı hikayeden oluşan bu eser, Ermeni harfleriyle basılmış bu Türkçe metinlerin günümüzde bile yeni basımı yapılmış değildir.

Basımı 150 yıldan daha fazla ihmal edilen eserlerden biri ise daha başka bir nedene bağlı olarak kasıtlı bir ihmalle yani gündeme getirilmemiş, adı anılmamış. Daha doğrusu birkaç akademik metinde bu kitaba değinilse de ne dönemin edebiyatında ne de Osmanlı siyasal tarihinde adı geçmiştir. Hoca Sadık Efendi’nin 1869-73 arasında Akka’da sürgündeyken yazdığı Tanzîr-i Telemak’ından bahsediyorum. Tanzir-i Telemak adından da anlaşılacağı gibi “ilk çeviri roman” olarak dönemin kültür hayatında yer bulmuş Fenelon’un Telemak adlı eserinden biçimsel bir etki taşımaktadır. Diyalog tekniğiyle yazılan bu eser, siyaset üzerine bir nasihatname olduğu kadar anlattığı İslam Cumhuriyeti ütopyası dikkate alındığında ilgi çekicidir.

Siyaset üzerine bir nasihatname olduğu kadar anlattığı İslam Cumhuriyeti ütopyası dikkate alındığında ilgi çekicidir.

Hoca Sadık Efendi, yaşadığı dönemin tanıklıklarına göre her ne kadar Nakşibendi tarikatının etkisinde ulamadan bir zat olsa da “devletlü” katında yer almadığı gibi her türlü iktidara da karşı durmuş biri. Dönemin iktidarına karşı yenilikçi ve hürriyetçi fikirleri savunduğu için kendisi gibi birkaç din adamıyla birlikte bir komployla derdest edilip sürgüne gönderilmiş. Evinde yapılan aramada “padişah aleyhine layihalar bulunduğu” söylenmişse de doğru olduğuna dair bir kanıt yoktur. Hoca Sadık’ın dönemin medrese öğrencileri arasında bir hayli tanındığı, etrafında 15-20 bin mollanın bulunduğu yorumları kimi tarihi kayıtlarda yer bulmuş. Edebi niteliği bakımından Tanzir’in özel bir tarzı olmasa da içerdiği düşünce dönemin siyasal boyutu açısından yepyenidir, öylesine yenidir ki günümüz açısından değerlendirildiğinde bile Tanzimat dönemi düşüncesi ve aydınların konumlanışındaki radikallikler yeniden gözden geçirilmek zorundadır. Tanzir, İslami radikal siyasetin özel bir örneği sayılmalıdır çünkü başka eserlerde bulamayacağımız kadar net bir “sınıf tavrı”nın savunusunu bulmak mümkündür.

Tanzir’in tozlu raflarda unutulmaya terk edilmesinin bile içerdiği bu sınıfsal tavır olduğunu düşünmek abartılı değil. Eserle ilgili ilk değiniyi, daha sonra Soğuk Savaş döneminin anti-komünist edebi tırpancısı Mehmet Kaplan gençlik döneminde yazdığı bir makaleyle yapmıştır. Ancak beklediği tarzda devlete bel bağlayan bir İslami tavır bulmamış olacak ki eseri kısaca tanıtıp fikri içeriğindeki radikalliği ortaya koymamıştır. Eserin bir başka kopyası, ki tam metin olarak ele geçen ilk kopyadır bu, kendisi de Mehmet Kaplan gibi Türk-İslamcı ekolden önemli bir isim olan Ali Nihat Tarlan’ın arşivinde yer almaktadır. Türkiye üniversitelerindeki edebiyat kürsülerindeki hakim anlayış aynı olduğundan 2022 yılında Alp Eren Topal’a kadar eser üzerine eğilen kimse olmamıştır. Eserin ses getirmesi ve tartışılması ancak yayınlanacağı 2023 sonrasına kalacaktır. Tanzir‘le ilgili incelemelere burada yer vereceğim daha sonra.

Ocak 2023