Deprem gibi bir doğa olayının felakete dönüşme nedeni bir dizi suç. Bu suçlara kent suçu diyoruz. Yönetmeliklere ve yasalara uygun malzemelerle ve planlama ile bina, mahalleler, siteler, yollar, park alanları veya benzeri kent donatılarının üretimi mümkünken, daha önemlisi güvenli bir yaşam için şartken bunlara uymamak, uyulmamasına göz yummak, uyulmadığı için verilen cezalara imar affı çıkarmak bu suçun bir kısmı. Örneğin, 3 kat için izin alınan yere cezasını ödeyerek 7 kat çıkarak, cezanın bedelinden çok daha fazlasına bu katlarda üretilen daireleri satmak, küçük bir örnek. Hatta depo olarak kullanılan zemin katlarda, alan kazanmak için kolonları kesmek bir başka örnek. Afetlerde toplanma alanı olarak planlanan alanlara AVM yapmak yine bu suçun ne olduğunu gözünüzde canlandırabilir. Bu suçların en önemli özelliği, devletin çeşitli fonksiyonlarına ihtiyaç duyması ve çok ortakla işlenebilmesi. Yani bir bölgenin kentsel dönüşüm bölgesi seçilmesi yerel ve genel anlamda politik bir karar. Yerel yöneticiler gibi, bakanlıklar ve hatta son dönemki aşırı merkezileşen devlet yapısını göz önüne aldığımızda cumhurbaşkanının imzası bile gerekli. İmar affı düzenlemeleri de öyle, hukuk ve maliye işlerinin bir arada çalışması gerekiyor bu suç için. Devlet gücü olmaksızın yani şiddet tekeli olan kolluk gücü, meşruiyet şartı olan adalet, ve icra organı olan yönetim olmazsa yapılamaz. Kent suçlarının mekanizması, ülkenin sermaye birikim mekanizmasına paralel yürüyor. Öncelikli sektörlerdeki sermaye kuruluşlarına, düzenleyici kurum aracılığıyla kaynak aktarılıyor, doğrudan ihalelere çıkılarak rant dağıtılıyor. Yerel ortaklar seçilerek, meşruiyet kurulmaya çalışılıyor. Genellikle de bir tür kurku yayarak. Bu gerekçenin genellikle deprem olması fazlasıyla ironik. Ancak yerel halkın idari ve ekonomik bu karara karşı çıktığı durumda devlet zoru devreye giriyor; ya bölge bakımsız bırakılıp güvensizleştirilerek ve bazen kriminal işlere göz yumularak zorla yerlerinden ediliyor insanlar ya da zorla kamulaştırma çıkarılıyor ve düşük fiyata mülklerini satmak zorunda kalıyor yerleşikler. Bu işler kazancı hemen alınan, suç ortaklarına dağıtılan ve hatta siyasi ittifakların kimler olduğunu belirleyen işler. Daha ötesi bedeli halka yayılan, görünmezleşen ve zamana yayılabilir şekilde ödenen işler. Mekanizmanın faş olduğu felaketler ise ödenmesi ötelenen bedel aynı zamanda. Kent suçları hem denetimlerden muaf bir siyasi gücün hem de irili ufaklı (inşaat) projeler(i) aracılığıyla büyük bir karlılığın kaynağı iken, maliyetlerden ve düzgün planlama için yeterli zamandan kısıp daha fazla kar elde etmek adına hem yapımı esnasında yaşanan iş cinayetlerinin hem de sonrasındaki felaketlerin kaynağı. Deprem olmaksızın dahi.
Kapitalizm felaketlerden beslenir. Felaketler, sermaye birikiminde tıkanmanın çözümü olmakla kalmaz, dinamosu haline de gelir. Zira Kocaeli, Yalova ve Gebze’yi etkileyen deprem, tarihi ve ekolojik değere sahip kent alanını yıkıp yeniden yapmak için sermayeye bir fırsat sunuştu. Enkazın ardından, dokunulamayan her yer, dönüştürülmüş ve pek çok insan evsiz yurtsuz bırakılmış, borçlandırılmış, yerinden edilmişti. Üretken sermaye kiranın daha düşük, emeğin daha yoksul oldukları bölgelere kısmen göç ederek, yerlerini üretim yapılır yapılmaz piyasa değeri oluşan ve artı-değere dönüşmesi hızlı olan hizmet sektörü firmalarına yerlerini bırakmıştı. Kocaman bölge seçkinleştirilerek (gentrification) sermayenin tahakkümüne bırakılmıştı. Bu arada mahallelerdeki dayanışma yok edilmiş, yoksulların geçinme stratejilerine darbe vurulmuştu. Bugün, Maraş, Antep dahil 12 kentin ve sınırın diğer yakasının etkilendiği deprem sonrası, enkaz alıntında kurtarılmayı bekleyen insanlar varken, kent suçlarının ortaklarının tek ağızdan konuştuğu herşeyde aynı mantığındaki işlediğini görüyoruz. Daha ilk gün, AFAD’ın neden çalışmadığı konuşulmazken TOKİ’den bahsedilmesi; suçların kayıtları olan tutanakların toprağın dibine gömülme çabası, atar topar cenazelerin kime ait olduğu araştırılmaksızın gömülme girişimi ve en son olarak da, ilk 7 günde ortaya çıkmayan iş makinalarının aceleyle bölgeye getirilip, arama kurtarma için değil enkaz kaldırma için kullanılması. Belli ki felaketten kar yaratanların gözler dönmüş. Belli ki kış mevsimizde hala yaşama ihtimali olan enkazzedelerin varlığına rağmen, inşaat şirketlerine yeni rantlar çoktan dağıtılmış ve alan düzlemeye gelmişler. Belli ki suçlarını yeni suçlarla örtmeye gelmişler. Üstelik, ırkçıların suyu bulandırıp, bu suçu örtmek için mülteci avına çıktığını, etnik temizliğe fırsat gördüklerini de açıkça görüyoruz.
Ancak, felaketlere karşı dayanışmayı hızlıca örgütleme kapasitesine sahip olanların, bu suç kardeşliğine karşı da bir arada olması muazzam bir umut ve direnç kaynağı. İktidarın ve suç kardeşlerinin en çok korktuğu bu. Zira devlet gücünü, yaşam kurtarmaktansa, öfkeyi dayanışmaya çeviren sesleri susturmak için kullanmaları da bunun açıkça kanıtı. İnsanların yaşam arzusu, sermayenin kar arzusunun her zaman karşısında yer alır ve o insanlığın en güçlü ve devrimci ruhudur.