arama

Lazistan’a Yolculuk

Arif ARSLAN
Marr’a göre, ülkenin yarısı köleyken her iki sınıfı da katı bir İslam boğuyorken bu insanların ülkelerini “hürriyet” içinde görmeleri bir çelişki.
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • paylaş
  • Arif ARSLAN Arif ARSLAN
  • 1 Star
    Loading...

 

“Arrianus’un dolaştığı bu eski zamanlardan kalma toprak parçasına, günümüz koşullarında, şimdiki coğrafya adlarıyla tanık oldum. Yoksa bu notlar da yine geçmişte kalmış bir seyyaha mı ait olacak?” (Nikolay Marr, 1910)

Lazistan’a Yolculuk[1] adlı kitabını bu sözlerle sona erdiriyor Nikolay Marr. Sonda söylenecek olanı başta söyledim çünkü bu son sözler bir anlamda ölen bir kültür için ağıt sayılabilecek ifadelerdi. Geçtiğimiz yüzyıldan kalma bir yorum bu. Laz dili hakkında araştırma yapmak üzere bölgeyi gezmeye gelen Marr’ın kısıtlı koşullarda, kimi engeller de söz konusu olunca emeğine yeterince karşılık bulamayınca ve bildiği bir kültürün kaybolup gitmekte olduğunu hatta çoktan kaybolmuş olduğunu görünce ne söyleyebilirdi ki? Bu kültür bugün iyice kaybolmuş olan Laz kültürüdür.

Nikolay Marr’ı bu kitabını okumadan önce de biliyordum ve kendisine önyargılıydım. Bunun nedeni 1930’da kendisi gibi Gürcü olan Stalin’in onu SSCB Bilimler Akademisi’nin başına getirdikten sonra Akademide gelişme potansiyeli bulunan özgün Marksist bilim ve felsefelerin önünün kesilmesindeki payı olduğunu düşünmekti. Belki bunda hâlâ haksız saymıyorum kendimi. Marr’ın dil hakkındaki görüşleri SSCB hükümeti tarafından 1950’lere kadar desteklenmiştir. Marr’ın iddiasına göre dil, insanların çalışırken çıkardığı seslerden türemişti. Tüm dillerin ortak bir kökene sahip olduğunu ve sal, ber, yon ve roş seslerinden türediğini savunur. Marr da çalışmalarına Marx ve Engels’ten alıntılar da ekleyerek teorisinin Marksist dilbilime uygun olduğunu savunur ve arkasına önemli bir siyasal destek alır. Ancak dil alanında yeni gelişmeler ve ortaya çıkan tartışmalar neticesinde bizzat Stalin, Marksizm ve Dilbilim Sorunları diye bir kitapçık yayınlar. Bu kitapçıkta Marr’ın dil görüşünü mekanik bulup bilim dışı ilan edere eleştirir. Geçen yirmi yıl boyunca Stalin’in hiçbir ses çıkarmayıp bu kadar zaman sonra samimi sözlerle mektuplaştığı Marr’ı bilim dışı ilan etmesi de ilginç durumlardan biri. Dahası Marr’ın öne çıkarıldığı dönemde bu alanda çok özgün düşünceler ortaya koyan Voloşinov ve Bahktin gibi düşünürlerin eserlerinin Akademice göz ardı edilerek reddedilmesi üzücüdür. Bu düşünürlerden kimi sürgün edilmiş, kimi de ne şekilde olduğu belli olmadan ortadan kaldırılmıştır. Bu mesele başka bir odak konusu olduğu için burada bu konuyu uzatmayacağım.

Nikolay Marr öncelikle bir dilbilimci. 1864 Kutaisi doğumlu ve 1934’te Petersburg’da ölmüş. Yani Akademi’nin başında o kadar da uzun süre kalmış değil. Gürcistan’da bir İskoç babanın oğlu olması da ilginç. Eğitim yetkinliğini Petersburg Üniversitesi Armenoloji Bölümü’nden almış. Araştırmalarını da Kafkasya altı coğrafyalarda yapmış. Karadeniz’den Kars’a ve Van’a kadar bölgede araştırma yapıp bölge halklarının dilleri üzerinde kayıtlar tutmuş. Petersburg Ermeni Kilisesi’nin maddi desteğiyle uzun yıllar Ani Harabeleri’nde arkeolojik kazı yapıp çeşitli tarihi eserler bulmuş ve kurduğu müzede bunlar sergilenmeye başlanmış. Kendisinin bugün kabul görmeyen bir dil sınıflama görüşü de var. İbrani mitolojisinden esinlenmeyle dil ailelerini Semitik, Hamitik ve Yafetik olarak ayırır. Yafetik dillerden biri olarak gördüğü Lazca üzerine araştırma yapmak üzere 1910 yılında Osmanlı’nın Lazistan bölgesine geliyor ve kayıtlar tutup Lazcanın dilsel niteliklerini bulgulamaya çalışıyor. Ancak tanıdığı Lazların kendi dil ve kültürlerine karşı küçümseyici tutumu karşısında şaşırıyor. O günün koşullarında Lazca dilinin orijinal yanlarını sürdüren ve zenginliğine sahip olan Laz kadınlarıyla görüşme imkanı bulamıyor. Çünkü Lazlar üç asırdan beridir Müslümanlaşmış ve kendi geçmişlerini unutmuşlardır.

Gelelim bu Lazistan’a Yolculuk kitabının önemine. Karadeniz tarihini, kültürünü ve yaşamını az çok bildiğim halde benim için şaşırtıcı bilgiler içerdiğini söyleyebilirim. Bunun bir nedeni de günümüz Türkiye’sinde oluşmuş yahut yeni ortaya çıkmış varsaydığım durumların tâ o zamanlarda olduğunu görmekti. O yıllarda Lazistan’da farklı etnik ve dini mensubiyette halklar yaşıyordu ve birbirine iyice karışmış durumdaydı. Müslümanlaşmış Ermeniler, Türkleşmiş Lazlar, Gürcüleşmiş Lazlar, Rumlaşmış Lazlar, Müslümanlaşmış Gürcüler Nikolay Marr’ın araştırma bölgesindeki topluluklardı. Bugünkü Fındıklı (Vitze) ve Pazar (Atina) köylerini dolaştığı yerler olmuş. Kitapta bu gezintiler sırasında tuttuğu dil kayıtlarına, yanında ettiği sohbetlerden insan hikayelerine, etnografik verilere, siyasal yorumlara, ekonomik etkinliklere ve ürünlere hatta sosyolojik gözlemlere de rastlamak mümkün.

Lazlar kendilerini “Vatansever Jöntürk” olarak görüyorlar.

Bölge halkının daha o günden Rusya’dan Polonya’ya kadar tüm Avrupa ülkelerine açıldığı anlaşılıyor. Varşova’dan Kiev’e, Kazan’a, İstanbul’a çalışmak için, iş yapmak için giden insanlar dolu. Bölge insanı özellikle de fırıncılık, marangozluk, taş ustalığı, bıçkıcılık işlerinde dışarıya açılmış durumda. Kadınlar ev ve köy işlerini yaparken erkekler mevsimlik olarak dışarıya gitmişler, bazıları özellikle de Rusya’dan kendilerine yeni eşlerle dönmüş; bazı söylentilere göre bölgeye 800 civarında Rus kadın eş olarak getirilmiş. Öylesine dikkat çekmiş ki bu Trabzon Ortodoks Kilisesi, bu Ortodoks kadınların Müslümanlaştırılması nedeniyle hükümete şikayet bildirmiş. Bölgeye gelen hastalıkların da önemli bir kısmı Rusya’dan taşınmış zührevi hastalıklarmış.

Lazistan bölgesi yoksul ve verimsiz topraklara sahip olduğu için ekilen mısır yeterli olmadığı için dışarıdan ithal ediliyormuş o dönem. Rusya’ya bölgeden fındık ihraç edilip mısır ithal ediliyormuş. Bölgede Rus etkisi güçlü olmasına karşın bölge halkında Rusya’ya karşı bir nefret olduğu da açıkmış. Rus parası Alman ve Fransız paralarına göre rağbet görse de Rusların bölge üzerinde iyi niyetli olmayan hesapları olduğu düşüncesi Marr için de çeşitli güçlükler ortaya çıkarmış. Daha çok askeri amaçlı istihbarat topladığı düşünülerek sürekli olarak izlenmiş, çoğu zaman da bilgi verilmemiş yahut derin araştırma yapması engellenmiş. Devlete okumuş bürokratlar yetiştirmekle ünlü Vitze’de Rusya “Hürriyet olmayan geri kalmış bir ülke olarak” kodlanmış. 1908 Meşrutiyet’i sonrasında Lazistan bölgesinde özellikle de İttihatçıların etkin olduğu anlaşılıyor. Lazlar kendilerini “Vatansever Jöntürk” olarak görüyorlar. Bu da dönemin siyasal ilgisinin bölgeye ne düzeyde etki ettiğini gösterir. Rumların, Müslüman Gürcülerin, Rumlaşmış Lazların da yoğun olduğu bir bölgede Müslümanlaşmış Lazların kendilerini “Jöntürk” olarak görmeleri ancak dışarıdan bir etkiyle mümkün olabilir. Bölgede kızlı erkekli öğrencilerin gittiği okullar bulunsa da “okumuş” olmanın bir değeri olmadığından yakınıyor bölgede uzun süre çalışmış bir muallim. Rus edebiyatı sevdalısı Kazım adlı bir kişinin dışında Tolstoy adını duyan subaylar varsa da Rusya’nın pek de tanınmadığı anlaşılıyor. Marr’a göre, ülkenin yarısı köleyken her iki sınıfı da katı bir İslam boğuyorken bu insanların ülkelerini “hürriyet” içinde görmeleri bir çelişki. Lazların kendi kültürlerini küçümsemelerini ve unutmalarında en büyük etkinin İslam olduğunu da ekliyor Marr.

Laz evlerinin çok temiz, çarşaflarının bembeyaz oluşu, her yemekten önce ve sonra insanlarının ellerini yıkaması Marr’ın övgüsünü alıyor.

Uzun süre Rusya’da bulunup bölgeye yerleşmiş Müslüman Gürcüler var ve onlara göre Türkiye daha iyi çünkü Rusya’da geniş topraklar üç beş kişinin elindeyken Lazistan’da toprak az olsa da herkesin az da olsa toprağı bulunuyor. Bölgenin derebeyi denebilecek zenginleri de var, bu zenginlerin evlerinin Avrupai tarzda olsa da yiyecekler yerel ve doğa ile iç içe. Bölge insanı herhangi bir savaşta kahramanlık göstermiş değilse de gösteriş amaçlı olarak silaha çok düşkün. Başka bölgelere gurbetçi olarak giden Laz erkekleri aşırı yıpranıyor çünkü rekabet içerisinde kendisini aşırı yoruyor: “Süleyman şu kadar para biriktirdi, ben neden biriktirmeyeyim!” diye düşündüğünü aktarıyor Marr. Farklı din ve etnilerin birbirine önyargısı da güçlü. Hemşinli Müslümanlaşmış Ermeniler, Lazları aşırı cimri olmakla suçluyor örneğin. Marr ise bölge halkını daha ziyade “ihtiyatlı ve eli sıkı Avrupalılara” (s. 96) benzetiyor. Marr’ın gezisi Ramazan ayına denk geldiği için sahuru, iftarı, yiyecekleri de anlatıyor; bununla birlikte gizli gizli oruç yediklerini ve tütün içtiklerini de aktarıyor. Eğitimli kesim ise çok daha yüksekten konuşuyor ve Batı Avrupa kültürünün etkisinde yaşayıp düşünüyorlar. Devletin baskıcı yüzünü ise kendi çizdiği sınırların dışına çıkmaya çalışanlara koyduğu engellerle görüyoruz: Faik Efendi adlı bir okumuş Laz Alfabesi oluşturmaya giriştiğinde, polis evine gelip arama yapıyor ve bütün dokümanları yakıyor. Lazların tarihi 300 yıldan daha geriye götürülemiyor bu yüzden.

Lazlar çalışmak için Rusya’ya, en çok da İstanbul’a gidiyor. Uzun yıllar İstanbul’da kalmış bir Lazın ana dilini çok iyi konuştuğunu fark edince bunu nasıl başardığını sorduğunda İstanbul’un hep Laz dolu olduğunu ve unutmanın mümkün olamayacağını söylüyor adam. Bölgeye ayrıca sürekli olarak Alman gemilerinin seferleri var. Bu gemiler tarım ve hayvancılık ürünleri taşımakla birlikte bölgede yabancı şirketlerin işlettiği madenleri taşıyorlar. Bölgenin ekonomisinde asıl yükü ise kadınlar çekiyor. Yolların ve taşıma imkanlarının olmadığı tüm yerlerde kadınlar yük hayvanı gibi kullanılıyor. Bütün zorlu koşullara karşın Laz evlerinin çok temiz, çarşaflarının bembeyaz oluşu, her yemekten önce ve sonra insanlarının ellerini yıkaması Marr’ın övgüsünü alıyor.

Nihayetinde bilim ilgisizliği, aşırı komplocu tutumlar, kadınların baskılanmış durumları, Lazların kendi kültürlerine karşı ilgisizlikleri ve Lazcadan utanır gibi bildiklerini saklamaları olumsuz gözlemler olarak kalıyor. Önemli bir tespit olarak Marr, Lazların kendi kültürlerine karşı söz konusu dejenerasyonun asıl sebebini de İslam’ın katılığına bağlıyor ki bunda çok haklı görünüyor. Lazlar masallarını, destanlarını bu yüzden kaybetti. Dünya üzerinden bir kültürün, bir dilin izinin silinmesi, dünya yaşamından edinilmiş bir tecrübenin, dünyaya bakışın yani bir gerçekliğin kaybolması anlamına da gelir. Tüm diller ve kültürler dünya toprağının yetiştirdiği zengin çiçek bahçesinin ürünleridir ve sonraki yaşayanlara bambaşka bir gerçeklik perspektifi sunacaktır. O gün Marr, “Bugün Laz halkı, kültürel dejenerasyon sürecini tamamlamak üzere. Kültürel bakımdan dejenere olmaya yüz tutmuş halklarda kültürel hareketliliğin ya da hakikat arayışında yüksek ideallerin hizmetindeki bilimsel bilginin artması yönünde bir adım atılmasını bekleyemeyiz.” (s. 112-113) ifadelerini acı acı hatırlarken epigrafta alıntıladığım Marr’ın sorusu, “Yoksa bu notlar da yine geçmişte kalmış bir seyyaha mı ait olacak?” ne yazık ki “Evet, öyle!” yanıtını verdiriyor bize.

[1] Nikolay Marr (2016) [1910], Lazistan’a Yolculuk, Çeviri: Yulva Muhurcişi, Aras Yayıncılık.