“Resim sanatı, özgün
ve eşsiz bir dildir.”[1]
Doğa insan(lık) için, her gün, sonsuz güzelliğin resmini yapar; elbette “normal” sınırların ötesine bakıp, görenlere…
Bilinen en eski mağara resimlerinin yaklaşık 40 bin yaşında olduğu yerkürede resim yapan insan(lık), her daim aşıktır. Çünkü aşksız mümkün değildir o. İnsan(lık) resme içindeki aşık yanı döküyor sanki.
Kolay mı?
Renklerle biçimlenen, göze seslenen resim, bir akıl işidir. Hayal gücümüz için bir tuvaldir. Ruhu derinden etkileyen renklerin gücüdür; rahatlatır ve ilham verir; zevk ve duygu işidir.[2]
Ve en önemlisi, resim biliminin kökenini yaşam/ doğa oluşturur; “Zanaatınızı bilmek yeterli değil – hisleriniz olmalı. Bilim çok iyi, ama bizim için hayal gücü çok daha değerli,” notundaki üzere Edouard Manet’nin…
Derin hakikâtlerin yaratmanın/ yansıtmanın aracı olarak resmin “sırrı” sadeliktir. Malum, hayat sadeliğiyle derindir. Tam da bunun için “Kişinin bir yol bulması, gözlem ve derinlemesine düşünmenin gücüne bağlıdır. Bu yüzden durmadan kazmalı ve kazmalıyız,” der Claude Monet…
İş bu nedenle resmin -nihai kertede!- bir dünya olduğunu düşünürüm. Ressamın karşımıza çıkardığı her tablonun derin bir anlamı, anlatım sürecini içerdiğini de unutmamak gerekir.
Ressam, başkalarını memnun etmeye çalışmayı bıraktığı zaman yaratıcılığını keşfeder; resim de, taklidin bittiği yerde başlar.
Her sanatsal etkinlik gibi, resim de gerçekler yüzünden ölmemek için vardır. Çünkü resim ve ressam, rahatsız olanı rahatlatıp, rahatı yerinde olanı rahatsız etmeliyken; ya taklittir ya da hakikâttir o…
Rene Magritte, “Gördüğümüz her şey bir başkasını gizler ve biz her zaman görünenin gizlediğini merak ederiz,” vurgusundaki üzere ressam ve resim bize, görünenin ötesinde, umudu çizer.
Onun gücü, kararlılığı, kendine yetebilmeyi ve gerçek tutkusunu yaşatarak özgürlüğü için risk almanın güzelliğini göstererek empoze eder.
* * * * *
“Hayatın sunduğu yol dikse, sen de basını dik tut.” “Bakıp görmeyenlerden, konuşup dinlemeyenlerden, dokunup hissetmeyenlerden uzak durun.” “Bilmek yeterli değil; uygulamalıyız. İstekli olmak da yeterli değil; yapmamız gerekli,” diyen Leonardo da Vinci gibi mesela…
Ya da “Yıldızları ve göklerdeki sonsuzluğu fark edin. O zaman hayat neredeyse büyülü gözüküyor.” “Önce resmimi hayal ederim. Sonra hayalimin resmini çizerim.” “Doğru olan ne varsa, dürüst olan ne varsa, haklı olan ne varsa, saf olan ne varsa, güzel olan ne varsa; ve erdem varsa ve övgü varsa, bunlar üstünde düşün.” “Bence vicdan aklın en yüksek aşamasıdır; akıl içinde akıldır,” diyen Vincent Van Gogh gibi…
Veya “Küçük bir çocukken annem bana şöyle demişti: “Eğer asker olursan general olacaksın, rahip olursan Papalığa yükseleceksin.” Ama ben ressam oldum ve Picasso olarak kaldım…” vurgusuyla “Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır.” “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak.” “Devrimci sanatçı, yalnızca kapitalist yaşamın olumsuz yönlerine odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda devrimci bir geleceğe dair vizyonlar da yaratır,” diye ekleyen Pablo Picasso gibi…[3]
Sonra… 1914 Kuşağı olarak bilinen İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Hikmet Onat ve Sami Yetik’in arasında yerini alan; Oğuz Erten’in, “Şevket Dağ için ‘ışığın ressamıdır’ diyebiliriz. Onun iç mekân resimlerinde ışığın vuruş şekli, yönü her zaman rengi belirleyici nokta olmuştur. Işık olmazsa renk olmaz, Şevket Dağ bunu çok iyi biliyordu,”[4] notunu düştüğü fırça.
Ve “Yıldızlardan haber geliyor/ bahar yoldadır, yoldadır./ Toprağa çırılçıplak girenler,/ toprağın sırrına erenler,/ cennetten müjde verenler/ bahar yoldadır, yoldadır,” dizelerin şairi ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu… Devrim Erbil’in, “Coşku insanıydı,”[5] diye betimlediği.
Ve Anadolulu kadın yüzlerinin ressam Nuri İyem…
Elbette zikredemediğim vd’leri…
* * * * *
Resim, ressamın ölümsüz hayalidir.
Çünkü hayal gücünün kanatları olmadan uçulamaz. Olsa olsa, sadece kanıtlanmış “yeniden” kanıtlanabilir ve böylece de hiçbir şey yaratılamaz!
“Hayal etmeyi çok iyi bilirim. Hayal gücüm oldukça geniştir. Sürekli endişelerle doldurur aklımı, oldukça titizlikle düşünülmüştür hepsi, öyle ufak tefek şeyler de değil üstelik, gerçek birer dramdır her biri,”[6] satırlarındaki “karamsarlığı” ciddiye almadan; hayal gücünün, gerçeği dönüştürme yetisi, dinamiği olduğu unutulmamalıdır; William James’ın, “Hepimiz içinden hayal bile etmediğimiz şeyleri çekip çıkarabileceğimiz, yaşam sarnıçlarına sahibiz,” vurgusunu anımsayarak…
NOTLAR