Yazarlarımızdan Gürel Sürücü’nün Yazar Ayşe Kaygusuz Şimşekle yaptığı tatlı sohbetten bize ulaşanları ekte bulacaksınız.
Özgeçmiş:
1965 Tokat, Zile doğumlu. İlkokulu, Turhal Şeker İlkokulu’nda ve Turhal Lisesi Orta Okulu’nda okudu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) Halkbilimi Bölümü Araştırma Yöntemleri dersinde mastır ve yüksek lisans derslerine misafir öğrenci olarak katılımına 2020-2021 devam etti.
İlk öyküleri 2006’da ŞİMŞEK soyadıyla yayımlandı. 2009’da KAYGUSUZ soyadını kullanmaya başladı ancak ileriki dönemlerde eserlerinde bir karmaşa ya da kayıp oluşmaması için sonradan her iki soyadını da birlikte kullanmaya başladı.
Yazar, şair Ayşe Kaygusuz Şimşek TYS ve PEN üyesidir.
Üç çocuk ve dört torunu olan yazar, “okuyup yazmak benim için nefes almak demek” diyerek Ankara’da edebiyata katkı sağlarken, Tokat’ta (Tanyeli köyü) toprak işliyor ve koyun kuzu bakıcılığı yaparak yaşıyor.
Gürel SÜRÜCÜ: “Öykülerinize ilham veren başlıca kaynaklar neler? Günlük yaşamda sizi yazmaya iten şey nedir?”
Ayşe KAYGUSUZ ŞİMŞEK: “2011 yılında ilk öykü kitabımın baskı öncesi dosya çalışması yapıyordum, okurken birden bire durdum. “Aaa” dedim kendi kendime. “Bütün bu öykülerin hepsinde bir kadın kahraman var. Ayşe ne yaptın sen? Bu bir kadın dosyası olmuş, gördün mü?” diye de uzun süre düşümdüm. Hiç farkında olmadan yazdığım öykülerin toplamı bir kadın dosyası olmuştu sanki. “Ah yüreğim! Sana en büyük kötülüğü ben ettim…” diye kendini sorgulayan bir kadın da vardı, “Neden korkularda harcıyoruz yaşamlarımızı. Yeni hatalara yol açıyoruz yanlış yollardan. Onarılması mümkün olmayan hasarlar bırakıyoruz arkamızda ve içimizde. Neden karşımızdakinin yerine koyamıyoruz kendimizi” diye, insan ilişkilerini dikkate alan ve yaşamı anlamlandırmaya çalışan kadın da vardı. “Yatağını oyan dere gibi, eriyor içim!” diyebilen aşık bir kadın da. Yediği dayak sonucu ağzından, burnundan akan kan ile duvarları boyayan kadın da vardı.
“Hiç konuşmadı. Yutkundu! Binlerce sözcüğü yuttu!” Yutkunan kadınlar, “Sarıldılar! Sarsıldılar! Ayrıldılar! Gebe hayat, yeni ayrılıklar doğurmuştu!” Ayrılanlar, “Dili dönmüyordu. Döndüremiyor, “Piyangooo!” diyemiyordu. Kimse onu görmüyordu.” Görünmeyen kadınlar, “Okyanusa açıldığımı biliyorum da, yüzebilecek miyim? Yatağa düşen gözlerim uykuları unuttu şimdi. Yollardayım!” Yaşamı var etmek isteyen, ayakları üzerinde durmaya çalışan kadınlar,
“Akrebin kendini zehirlediği gibi, akıtıyorum sevginin zehrini içime. Adını koyamadığım bir düzenekte dönüyorum köşeleri.” Hayatın girdabında duvarlara çarpa, çarpa yaşamı omuzlayan kadınlar, “Deli deli yağan yağmura aldırmadan, dilime dolanan şarkıyı söylüyordum kaldırımda yürürken.” Başarının mutluğunu yaşayan kadınlar, “Vay!” deyip anında geri attı. Önce bir sıçan ölüsü olduğunu sandı. “Olamaz!” dedi. Sonra birden insan dışkısı olduğunu düşündü. “Aaa… bu insan boku. Çadır açan pazarcılar yapmış. Lanet olsun.” dedi. İçine bir tiksinti geldi.” Atık kâğıt ve naylon toplayarak çocukları için ekmek parası kazanan kadınlar ve daha birçok alanda birçok kadın vardı dosyada.
Sadece kadınlar değildi elbet, “Ebelerden birisi tuz istedi. Sami, “Tuzu ne yapacaklar aba?” dedi annesine. “Çocuğu tuzlayacaklar oğul, çocuğu tuzlayacaklar! Kokmasın diye! ” Yeni doğan çocukların tuzlanması kültüründen, 80 askeri darbesinin aileleri nasıl parçaladığı ve işsizliği de konu alan öykülerde var tabi.
Kısacası, öykülerimin kaynağı yaşamın kendisi, toplumun içinde bulunduğu durum, ekonomik baskılar, iktidarların yanlış uygulamaları, haksızlıklar, hukuksuz zenginleşme, çocukların geleceğini çalan, onları yaşamadan öldüren savaşlar, acı, hüzün, işsizlik vb. daha birçok şey beni yazmaya iten en büyük etkenler.
G.S: “Kısa öykü formunu tercih etmenizin özel bir nedeni var mı? Bu biçim size nasıl bir anlatım özgürlüğü sunuyor?”
A.K.Ş.: Öykünün iki tür anlatımı/yazım hali vardır. Durum öyküsü, olay öyküsü. Durum öyküsü sizin de dediğiniz gibi kısa öykü, olay öyküsü uzun öykü şeklindedir. Durum öyküsünün keskin bir kırılma noktası olması gerekirken, olay öyküsünün böyle bir kırılmaya çokta ihtiyacı yoktur. Ayrıca olay öyküsünde hem karakterleri hem de olayı geniş, geniş anlatabilirsin. Ama durum öyküsünde karaktere ve olayın tamamına bakmadan ‘an’daki gelişmeyi, bu bir olay olur, bir hareket olur, bir düşünce olur ki bunu kısaca, birkaç paragrafla ya da bir, iki sayfa da anlatılabilir. Durum öyküsünün en büyük özelliği kırılma noktasıdır. Kırılma noktası okuyucuyu birden alt, üst eder. Durdurur, düşündürür, sarsar. Bu durum bazen öykünün ortasında bir yerde olduğu gibi genelde öykünün sonunda olur.
Kısa öykü seçimim özel, düşünerek seçtiğim bir şey değil, ama kısa cümleler kurmayı seviyorum. Kısa yazmayı da seviyorum. Uzun cümle kurmak, cümle bulanıklığına daha açık olduğundan olsa gerek, uzun cümle kurmayı sevmiyorum. Ayrıca kısa öykü ve kısa cümle şiire daha yakın. İki şiir kitabımın olduğunu düşününce ve şiiri de sevdiğim için olmalı ki ‘durum öykü’sünde daha başarılıyım.
G.S: “Yazmaya başlamadan önce bir plan yapar mısınız, yoksa öyküyü yazarken mi kurgularsınız?”
A.K.Ş: “Yazmaya başlamadan önce elbette ki günlerce düşünürüm. Kafamda kurgular, bu olayı nasıl anlatabilirim? Nereden, nasıl başlarım? Kırılma noktasını en vurucu şekilde nasıl anlatırım, gibi birçok şeyi yerine koymaya çalışırım. Tabii bazen yazmaya başlayınca düşündüklerimde birçok şey de değişebilir. Ama asla yazmak için bir plan yapmam. Plan ve proje, dendiği an hemen aklıma “BOP” gelir, bu yüzen hiç sevmem ‘proje’ kelimesini.
Yazmak için daha önce düşündüklerim ve bilgisayarımın başına oturduğum andaki ruh halim ile yeni düşüncelerimin kenetlenmiş olması öykümün tamamını oluşturur.”
G.S: “Öykülerinizde dili nasıl kuruyorsunuz? Az kelimeyle çok şey söyleme çabası sizce edebi derinliği nasıl etkiliyor?”
A.K.Ş: Edebiyat dil bilmek ve kullanmaktır. Dil bilmek, kelime dağarcığını genişletmek ve sürekli aynı şeyleri tekrar etmemek için okumak, okumak gerektiğini hepimiz biliyoruz sanırım. Dili kullanmaya gelince, yazarken çok özen gösterdiğimi söylemeliyim. Bozuk ve bulanık cümleler kurmamaya, yalın bir Türkçe ile kısa cümleler kurmaya çalışıyorum. Hatta öyle ki bu durum günlük konuşma dilimi de oluşturuyor. Yani günlük insan ilişkilerimde de açık, anlaşılır, kısa cümleler kuran biriyim.
Az kelimeyle çok şey anlatma elbette edebiyatı olumlu etkiliyor. Edebiyatta bir derinlik ve estetik oluşmasını sağlıyor.
G.S: “Karakterlerin mi, yoksa olay örgüsünün mü daha baskın olmasına dikkat ediyorsunuz? Bu iki unsur arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?”
A.K.Ş: Karakterler de olay örgüsü de birbirinde kopuk değil tabii. Genelde kısa/durum öyküsü yazdığım için en çok kırılma noktası üzerinde dururum. Daha çok anlatmak istediğim konuya, vermek istediğim mesaja odaklanırım. Karakterin olay karşısında gösterdiği tepki aynı zamanda okura da kendini tanıtmış olur. Çünkü birinin, olaya, hayata, insana bakış açısı aynı zamanda karakterini oluşturur.
G.S: “Sizi en çok etkileyen öykü yazarları kimlerdir? Bu isimlerin üslubunuza etkisi oldu mu?”
A.K.Ş: Bu soru beni çok düşündürdü. Şu ya da bu yazarın etkisinde kaldım diyemem. Ama daha ortaokula giderken okuduğum kitaplar beni çok etkilemişti. Albert Camus “Veba”, Emil Michel Cioran “Doğmuş Olmanın Sakıncası”, Mitka Gribçeva “Seni Halkın Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum”, Ferit Edgü “Hakkâri’de Bir Mevsim” , Victor Hugo “Notre Dame’ın Kamburu”, Maksim Gorki “Ana” gibi kitaplardı bunlar. Yazmaya başladığım da ise gördüm ki Vüs’at Orhan Bener ile benzer yanlarımız var. Vüs’at O. Bener yazmaya başladığında kurşun kalemle önce deftere yazıyor sonra yazıcıya aktarıyor. Ben de önce kurşun kalem ile deftere yazıp sonra bilgisayara aktarıyorum. İkimizde de bir kurşun kalem, defter sevdası var. Ayrıca “Dost” öyküsünü sevdim ve aynı başlıkla bir öykü de benim var.
G.S: “Bugüne dek yazdığınız öyküler arasında sizi en çok şaşırtan okur tepkisi hangisiydi? Bu tür geri dönüşler yazma sürecinizi etkiliyor mu?”
A.K.Ş: Öykülerde beni şaşırtan bir okur tepkisi almadım, beklediğim şeylerdi hepsi de. Ancak benim, editörün ve genel okuyucunun deneme dediğim/dediğimiz “Sesim” kitabımın tanıtımı için yapılan bir etkinlikte, kitap üzerine çalışan yazar Ülkü Yalım Günay “bunlar birer öykü, hem de öykünün yeni bir türü. Ayşe Kaygusuz’un başlattığı yeni bir tür ve kendine özgü…” dedi. İşte buna benim şaştığım gibi etkinlikteki katılımcılar da şaşırmış, ilgiyle dinlemişlerdi. Epeyce de övgüde bulunmuştu.
Olumlu ya da olumsuz eleştiriler beni etkilemiyor. Tabii güzel sözler duymak insanın ruhunu okşuyor ama ben gülümseyip geçiyorum tıpkı olumsuz eleştiriler aldığımda gülümsediğim gibi. Okumaya da yazmaya da devam, diyorum kendime. Çünkü insan yazdıkça, okudukça çoğalıyor, kendini, kalemini tanıyor. Eksiklerini, fazlalıklarını görüyor.
G.S: “Son olarak, şu sıralar üzerinde çalıştığınız yeni bir öykü ya da kitap projeniz var mı? Okuyucular sizi yakında nelerle görecek?”
A.K.Ş: Kırk yıla yakın yazdığım günlüklerim olmasına rağmen son bir yıldır çok ciddi, yani birkaç gün üzerinde çalışsam bir dosya/kitap olacak şekilde günlük yazmaya devam ediyorum. Bununla birlikte, bu yılın şubat ayında yeni bir öykü dosyası oluşturdum. Birkaç öyküm vardı, hiçbir dergide yayınlanmayan, onları şubat ayında bir kitap dosyası olacak kadar yeni öyküler yazarak tamamladım. Kısmetse sonbahara ya da önümüzdeki yılın ilk aylarına okurla buluşur.
Kitapları:
Düş/görüş – öykü (2011).
Düşe Yazanlar – söyleşi (2013).
Gül Ağrısı Su – şiir (2015).
Cezmi – roman (2017).
Haziran Ateşi – öykü (2018).
Hayatımdaki Erkekler – anı/ öykü (2019).
Sesim – deneme (2019).
Düşe Yazanlar 2- söyleşi (2021).
Yaşamdan Armağan- kitap tanıtımları (2021).
Yaban Ağrım- şiir, Kanguru Yayınları (2023).
Çocuk Kitapları
1-Aydede ile Ateş Tanışıyor
2-Aydede ile Ateş İnternette
3-Aydede ile Ateş Parkta
4-Aydede ile Ateş Trende
5-Aydede ile Ateş Köyde
6-Aydede ile Ateş Partide
7-Aydede ile Ateş Yardımda
8-Aydede Tekerlemesi
9-Aydede Ateş’in Rüyasında
10-Aydede ile Ateş Mahallede
Çocuk kitapları bir set olarak (10 adet) Öteki Yayınları Çocuk Kitaplığı’ndan çıktı (Şubat 2020).